İstifa

Agos, 18 Nisan 2008

Pippa Bacca’nın tecavüze uğrayıp öldürülmesinin Türkiye’de kimseyi şaşırtmamış olması, aslında içinde yaşadığımız ruh iklimini başka hiçbir söze gerek bırakmadan anlatıyor.

Tek başına bir kadın, Edirne’den girdiği bu yabancı memlekette başına bir şey gelmeden yolculuğunu tamamlayıp İskenderun gümrük kapısından çıkış yapsaydı, bu maceranın olası sonuçlarını pekâlâ kestiren bizler asıl o zaman şaşırmayacak mıydık?

Bacca’nın cansız bedeni üzerine hüzünlü manşetler atarken Türklük siyaseti gözetmeyi aslında hiç bırakmayan gazetelerin, iki sütun ötede Alman şansölyesi Angela Merkel’in dekoltesiyle “büyülediğini”, Fransa’nın first lady’si Carla Bruni’nin çıplak fotoğraflarının bilmem kaç bin dolara alıcı bulduğunu koca koca fotoğraflarla muştulamalarına ne diyeceğiz?

İtalya’dan barış mesajı vermek için yollara düşen, üstelik bunu, evinde kırmızıya boyadığı gelinliğiyle bir enstalasyon yaparak gerçekleştirebilecekken, savaşların yaşandığı coğrafyalarda yaptığı yolculuğun izlerini gelinliğine düşürerek yapmayı tercih eden bir kadın sanatçı Gebze’de tecavüze uğradı ve öldürüldü.

Bu korkunç olayı Bacca’nın gülen fotoğraflarının, perişan haldeki annesinin ve kız kardeşinin dostluk mesajlarının arkasına sığınarak tartışabilen Türkiye’de kavramlar havada uçuşuyor: Türklük, Avrupalılık, iyilikseverlik, sapıklık, vahşet, muhafazakârlık... Çocukluk hastalıklarına ve ergenlik buhranlarına sımsıkı sarılmış bir toplumun komplekslerini, bitimsiz sorunlarını örtmeye yarayan bir laf kalabalığı.

Hepsini bir kenara bırakıp kadınlığı konuşmak gerek. Türkiye’de kadın olmayı. Ve onunla birlikte, kaçınılmaz olarak, erkekliği...

Kadına yönelik şiddeti, töre cinayetlerini, namusu, etek boyunu, topuklu ayakkabıyı, rüzgârda savrulan saçları, cinsiyetçiliği, ayrımcılığı, çocukları, mutfağı, bulaşığı, çamaşırı, kadın emeğini.

Kadın olmak, ezilmek demek bu ülkede.

Gözünüzün önüne getirin. Öyle tekinsiz, adı çıkmış yerler olması şart değil. Bir şehir merkezinde, gece yarısı olsun. Havada hafiften alkol kokusu, yarı yarıya kapanmış mağazalar ve bir erkek kalabalığı. Caddede bir kadının, bir başına yürüyerek geçtiğini düşleyin. Karanlığın içinde, başını yerden kaldırmadan, sıkı sıkıya çantasına sarılarak, hızlı adımlarla ve görünmez olmayı dileyerek.

Türkiye hakkında söyleyeceğimiz iyi şeyler, işte o kadının o caddeden sözlü veya fiili tacize uğramadan geçebilme ihtimali kadardır.

Biz erkekler, o kadının yerinde olmak ister miyiz? Pippa’nın acısını bütün eklemlerinde hisseden kadınlar gibi derinde duyabilir miyiz tecavüzü?

Peki, erkeklikten istifa etmeyi hayal edebilir miyiz? Toplumsal normların yarattığı bütün erkeklik değerlerine sırt çevirmeyi. Erkekliğe dair bütün sınavlardan çakmaya razı olmayı. Erkek egemenliğinin nesiller boyunca bizlere öğrettiği, DNA’larımıza nakşettiği bütün arazları söküp atmayı. Dilden, bedenden, hal ve tavırdan, her şeyden…

Kadın bedeninin metalaştırılmasına, kadın emeğinin sömürülmesine, kadınların görmezden gelinmesine, kadınların eve tıkılmasına, onlara annelikten başka rolün uygun görülmemesine meydan okumaya ve bunu erkek doğmuş olmaktan kaynaklanan bir mahcubiyetle yapmaya razı olabilir miyiz?

Ah, bunun için ne kadar çok çaba harcamamız gerek.

Biz erkekler, bize erkeklik olarak belletilen her şeyden istifa etmedikçe Pippa’nın tecavüze uğramasına, öldürülmesine şaşırmamak hepimizin kaderi olacak.

Hiç yorum yok: