Bir cenaze, yüz bin Hrant

veda gününde, İstanbul yaşlı gözlerle Hrant'ın ardından yürüdü

İçimizdeki karanlığa inat, apaydınlık bir sabah. Kadıköy'den kalkan vapur Kız Kulesi'ni selamlayarak yola devam ediyor. Yediğimiz dehşetli darbenin etkisiyle mecalsiz zihnimizi yolcuları gözlemleyerek meşgul etmeye çalışıyoruz. Bu sefer de, kimlerin bizimle aynı yöne, Hrant Dink'i uğurlamaya gitmekte olduğunu tahmin etmeye çalışırken buluyoruz kendimizi. Elindeki gazetenin magazin ekini okuyan şu yeniyetme değil mutlaka; Radikal'deki Hrant'ın resminin altındaki yazıyı okuyan birbirine sokulmuş şu çift herhalde; kara gözleri hüzünlü bakan şu adam belki; cigara tüttürüp çay kahve içen diğerleri? Kim bilir...

Beşiktaş-Harbiye dolmuşundan Valikonağı'nda iniyoruz. Trafikle birlikte diğer günlerin telaşı, gürültüsü, hercümerci de kesilmiş. Ağır adımlarla yürüyoruz, acelemiz yok ne de olsa. Şairin dediği gibi “kurşun gibi ağır” bir hava beklerken, güneşin muzipliğine şaşıyoruz. Hrant'ın hoşuna gitmiştir mutlaka ama elimizde değil, güzel havaya rağmen “bağır bağır bağırıyor” yüreklerimiz. Bir de uzaktan gelen duduk sesine sesini katıp “Sari gyalin”i söyleyen şu konfeksiyon atölyesindeki kadın olmasa...

Katilin kameraya yakalandığı köşeden sapıp AGOS'a varıyoruz. Organizasyonu İstanbul'un çeşitli semtlerinden bir grup özverili Ermeni gencin sağladığı küçük bir meydana dönüşmüş Sebat apartmanının önü. Ertan Tekin duduğunu üfler ve pek çok insan usul usul ağlarken, gazete bürosuna taziye ziyaretleri sürüyor. Çiçeklerle süslü cenaze arabası saat tam 10'da geliyor gazetenin önüne. Yaklaşık bir saatlik bekleyiş sırasında hüzün ağır ağır doruğa varıyor. Derinden gelen Ermenice ezgiler, insanları alıp başka diyarlara götüren kara kedere karışıp göğe yükselirken, yaklaşan bir uğultu, Osmanbey tarafında kalabalığın giderek artmakta olduğunu haber veriyor bekleşenlere. Düzenleme komitesi bir anonsla bir kez daha duyuruyor Hrant'ın vasiyeti gereği tören sırasında slogan atılmamasını, sessizliğin muhafaza edilmesini. Meydandaki ağırbaşlı hava bu dileğe gün boyunca uyulacağının habercisi.

Rakel Dink'in konuşması, acıyla “sevgili”sine seslenişi, hele “Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduğunu da biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlık sorgulanmadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim!” deyişi, parçalanmış yürekleri bir yandan ana şefkatiyle dağlıyor, bir yandan da binleri hep birden ağlatıyor. Rakel Dink, acıların en büyüğünü yaşarken bile, yaptığı konuşmayla ortamın duygusal rengini belirliyor böylece: Acı, yas, metanet, vakar, ama hep sevgi...

Binlerce insandan oluşmuş bir sel akmaya başlıyor Hrant'ın cansız bedeninin taşındığı cenaze arabasının ardından. Ağır adımlar, gözyaşları, eğilmiş başlar, derinden gelen yaslı müzik. Ellerinde “Amenkıs Hay enk!”, “Em hemû Hrantın!”, “Hepimiz Hrant'ız!” yazılarıyla, çoluk çocuk, kadın erkek on binlerce insan. Kortejin öndeki kısmı, yani cenaze arabası ve Dink ailesi Divan Oteli'nin önünde yürüyüş kolundan ayrılıyor. İstikametleri Kumkapı Surp Asdvadzadzin Patriklik Kilisesi. Belleğin azizliği, bir zamanlar bugünkü Divan Oteli'nin yerinde uzanan Surp Agop mezarlığı ve Surp Krikor Lusavoriç kilisesi düşüyor aklımıza. 1931 yılında İstanbul Belediyesi'nin taraf olduğu bir “mahkeme” sonucunda “devletleştirilen” bu alan, 1945'ten sonra istimlak edilmiş, 1958'de kilisenin yerine Divan Oteli inşa edilmişti. Eğer kilise ayakta kalmayı başarabilseydi, önünden geçerken, Hrant Dink'in naaşını selamlayan çan seslerini duyacaktık bugün. Duyamıyor ve yolumuza sessizce devam ediyoruz.

Kalabalığın arasında dostları, tanışları görmek insana buruk bir mutluluk veriyor. Utangaç baş selamları, bir bakışla aktarılan hisler... Hepimiz biliyoruz söylenemeyenlerin söylenebilenlerden çok olduğunu; kelimelerin öfkemizi, dehşetimizi, şaşkınlığımızı, umutsuzluğumuzu anlatmaya kifayetsizliğini. Kalabalığın arasından arkadaşımız Zafer'i görüp selam veriyoruz: “Yüzüne bakamam senin!” diyerek kederle yoluna devam ediyor. Birazdan, birlikte yürüdüğümüz bir başka arkadaş, Duygu, “Çok utandık Rober” diyecek yaşlı gözlerle. Vicdanlı insanlar elem içindeyken, yürekleri taşlaşmış korkaklar internet sitelerinde sıradaki kurbanın kim olacağını tartışıyorlar. Bazı şeyler hiç değişmiyor.

Yürüyüş için kapatılmış yollardan, Tarlabaşı'ndan, Tepebaşı'ndan, Unkapanı'ndan geçerken, yol kenarında birikmiş insanlar korteji alkışlıyor, el sallıyorlar. “Bu noktaya varmak için Hrant'ın katledilmesini mi beklemek gerekiyordu?” diye düşünmeden edemiyor insan. Ermeniler her gün televizyonlarda, gazete sütunlarında hedef gösterilirken, AGOS ve Hrant Dink tehditler alırken, TCK’nın 301. maddesinden yargılanıp hırpalanırken duymayıp, görmeyip, bilmeyip, durmadan yükseltilen bayrak direklerinin huzurunda selama duranlar kimlerdi? Hrant'ın katli kimileri için demokrasi mücadelesinin bir aşaması olarak görülse de, pek çok insan, hele Ermeniler için belki de “sonun başlangıcı” anlamını taşıyor. Neticede bir sürü insanın, mesela bir bakkalın, “Niye uğraşıyorlar ki? Bu memlekette bu kadar vatan evladı var. Elbet biri yapacaktı...” diyebildiği bir yer burası hâlâ.

Kumkapı'ya vardığımızda, pek çok insanın kiliseye yaklaştırılmadığını görüyoruz. Polisler barikatlar kurarak insanların kiliseye ulaşmasını engelliyor. Yaptıkları açıklama, kilisenin dolmuş olması nedeniyle bekleyenlerin içeri alınmadığı yönünde. Ancak başka bir yönden kiliseye girişlerin devam ettiğini görebiliyoruz. Maalesef, AGOS çalışanları ve Hrant Dink'in yakın dostlarının, hatta akrabalarının da dahil olduğu pek çok kişi kiliseye yaklaşamadan geri dönmek zorunda kalıyor. Yakamızdaki AGOS çalışanı kartı sayesinde kavga dövüş kendimizi kiliseye attığımızda, içerisinin, sözgelimi bir Paskalya gününe göre nispeten tenha olduğunu görüyoruz. Protokol için ayrılan yer ve muhtemelen kilise içi organizasyonu üstlenenlerin, daha modern, daha medeni bir görünüm arz etme arzusu, Dink ailesiyle birlikte cenazenin asıl sahipleri olan İstanbul Ermeni cemaatini kilisenin dışında bırakıyor. Bu tatsızlık, kiliseye girebilenlerin, kendilerini orgun ve harika bir koronun okuduğu ilahilerin insanı alıp götüren sesine bırakmasına engel değil. Patrik Mesrob II, vaazında Hrant Dink'in insan olarak hasletlerini, yurt sevgisini ve ülkede oluşturulan anti-Ermeni dalganın bertaraf edilmesinin gerekliliğini ön plana çıkarıyor. Cenaze ayininden sonra Hrant Dink cemaatin omuzları üzerinde yükselerek Balıklı Ermeni Mezarlığı'ndaki aile kabrine defnediliyor. Ardında sorular, kaygılar, karabasanlar, güzel işler, doldurulamayacak bir boşluk ve gözü yaşlı yüz binler bırakarak...

26 Ocak 2007

Hiç yorum yok: