Kimin için?

Cinayetin bir şeye hizmet etmesi mümkün mü? Oradan siyasi bir kazanım elde etmek? Birine paye çıkarmak? Bin kere hayır elbette… Hrant’ı öldürdüler, nokta. Yine de, değil mi ki yaşıyoruz, yaşadığımız karanlığın Türkiye’nin kimlik buhranının bir sonucu olduğunu da hissediyoruz el yordamıyla. Ne tarafa gideceğine karar veremeyen, neye sığınacağını bir türlü bilemeyen, çocukluk kâbuslarından kurtulamayan bir toplum. Başka hangi ortamda bu kadar çok “hain”, bu kadar çok “düşman” olabilir, başka hangi iklimde katiller böyle yüceltilebilir ki?

Ayşe Önal, gazetem.net’teki “Bağımsız Yahudi Sesleri” yazısında haklı olarak soruyordu: “vicdanımla Türk olmak arasında bir çatışma mı var?” Olmaması gerektiğini biliyoruz. Peki olmaması için ne yapabiliriz? Gidenin arkasında “oh oldu!” demeyecek bir gerçek vicdan yaratmak için? Bir mücadele var; istesek de istemesek de içindeyiz, tenimizde duyuyoruz. Saflar aslında göründüğü kadar keskin değil belki de; bugün gözyaşınıza ortak olanlar, yarın “sözde”li, “hıyanet”li, “ulusal çıkar”lı cümleler kurabilir; bugün sesi çıkmayanlar da yarın vicdana gelebilir. Kaygan bir zemin.

Bundan birkaç ay önce, bir çarşamba akşamı Hrant yine AGOS’taydı. Gergindi. Yerinde duramıyor, ha bire volta atıyor, yüksek sesle söyleniyordu: “Ama düşmeyeceğim onların tuzaklarına. Beni ne öteye ne beriye çekebilirler. Öyle bir dil yaratırım ki, öyle bir yeni yol bulurum ki, şaşar kalırlar.”

Elbette çok umutsuz, çok umarsızız. Ama yaşayacaksak, hele Hrant’ın o pirupak hatırasını canlı tutacaksak, o dilleri kurmalı, o yolları bulmalıyız. Belki o zaman birileri geçmişe bakıp “Hrant hepimiz için öldü” diye yazar; belki de teselliyi ancak böyle bulabiliriz.

16 Şubat 2007

Hiç yorum yok: