Giderek unutulan bir duruş bu. Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yardım etmeyi, başkasının iyiliğini gözetmeyi anlatıyor. Yoğun emek isteyen, kafa ve yürek yormayı gerektiren bir tavır; fedakârlıkla, dayanışmayla el ele giden. Yaşadığımız zamanın genelgeçer değerlerine, bireyciliğe, adam sendeciliğe bodoslama meydan okuyarak...
Geçtiğimiz haftasonu, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda işçi statüsünde çalışan 200 kadar dekor, ışık, kostüm ve efekt görevlisi, fazla çalıştırılmaları ve fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle iş bırakma eylemi yaptı. Gazetelerin kültür-sanat sayfalarındaki haberler (neden sadece kültür-sanat?), buna rağmen bazı sahnelerde oyuncuların sahneye çıktıklarını, gösterilerin aksayarak da olsa devam ettiğini yazdılar. Mesela Ümraniye Sahnesi'nde sahnelenecek çocuk oyununun oyuncuları dekorsuz sahneye çıkıp şarkı söyleyerek çocukları eğlendirdiler.
Mesai arkadaşları olan ışıkçıların, dekorcuların hak aramak amacıyla eylem yaptığı bir ortamda oyuncuların “şovu devam ettirmek”teki bu ısrarını anlamakta güçlük çekiyorum. Evindeki çocuğuyla daha çok vakit geçirmek veya ona daha iyi bir yaşam sunabilmek için hakkının ödenmesini, sömürülmemeyi isteyen bir işçiyle aynı işyerini paylaşan oyuncunun bu durumu görmezden gelip sahnede şarkı söylemeye devam etmesi, üstelik bunu çocukların karşısında yapması, acıklı bir manzara. Oysa, oyunu izlemek üzere salona gelen çocuklara durumun uygun bir dille açıklanması, sahneden dinledikleri şarkılardan çok daha öğretici olabilirdi. Bu olay 1960-70'li yıllar Türkiyesinde yaşansaydı, bugünün aksine oyuncuların işçilerin yanında yer alacağını tahmin etmek hiç de zor değil. 12 Eylül zihniyetinin sendikaları bin bir hileyle ufarak parçalara ayırarak çalışanlar arasında yarattığı yabancılaşmanın doğal sonucu bu. Memlekette yaşanan hızlı dönüşümün, yaratılmak istenen yeni ahlakın acı meyvelerini yalnızca vurgunda, talanda, kapkaçta toplamıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder