Bir damla bal

Hovhannes Tumanyan'a selamla

Kıprız nam adanın birinde iki köy varmış, biri kuzeyde biri güneyde.

Köylerden birinde, bir dükkânda, bir adam, mutlu mesut, bal satarmış.

Komşu köyden günün birinde, elinde değneği, yanında köpeği, bir çoban gelmiş dükkâna:

“Ey dükkâncı, günaydın, var mı balın?”

“Olmaz mı çoban kardeş, halis muhlis ada balı, istediğin kadar alıver.”

İşte böyle huzur içinde, baldan tatlı sözlerle, tartarlarken güzel baldan, bir damla akmış yere yavaştan.

“Vızz vızz” diye gelmiş aç bir sinek, yumulmuş bala sevinerek; ama dükkâncının mırnav kedisi, fırlayıp saklandığı yerden usulca, bir patiyle haklamış sineği hınzırca.

Kedi dışarı çıkar çıkmaz, çoban köpeği “hav hav” etmiş, kedinin tepesinde bitmiş, zavallının ölüsünü yere sermiş.

“Gebertti gebertti, güzel kedimi mahvetti!” diye haykırmış dükkâncı; elindeki sopayla, kuvvetlice vurup köpeğin alnına, serivermiş onu da kedinin yanına.

“Vay, gitti yiğit köpeğim; gitti evim barkım, geçimim!” deyip çoban indirince değneği adamın başına, serilmiş dükkâncı dükkânının ortasına.

Kulaktan kulağa yayılmış fecaat, “Katil var, hey imdat!”

Aşağıdan yukarıdan, kim varsa, anası, bacısı, kardaşı, çoluk çocuk, genç yaşlı, dayı yenge, hala amca, kaynana ve kaynata, işi gücü bırakıp, başlamışlar adamı marizlemeye: “Vay seni gidinin gidisi, alışveriş yapmaya mı geldin, aklını peynir ekmekle mi yedin?”

Alınınca çobanın da canı, kara haber tez yayılmış, komşu köye ulaşmış. Ahali anlayınca meseleyi, hep öfke dolmuş, gözlere kan yürümüş: “Kalkın ayağa! Gidelim öcümüzü almaya!” deyip koyulmuşlar yola.

Kiminde paslı tüfek, kiminde orak değnek, tabanca, kama, kazma, yalınayak başıkabak, efendisi ırgatı varmışlar komşu köye.

“Seni gidi allahsız, vicdansız, hayasız köy! Çoban alışverişe gitti, üste bir de canını verdi! Sakın bizden, geldik kırmaya, kesmeye!”

İşte böylece, iki köy girmiş birbirine, yakmış yıkmış, coşmuş kudurmuşlar; nihayet bitip tükenmiş, yerle yeksan olmuşlar.

Gel gör ki, dip dibe iki köyün sahibi, iki ayrı devletmiş ve krallardan biri, duyunca olup biteni, ferman buyurmuş hemen: “Ey benim aziz milletim! Askerim, işçim, emeklim! İmansız komşu, çiğnedi sınırları; aldı uykudaki yetimin canını! Şehitler şimdi 'intikam, intikam' diye ağlıyor! Bizi öç almaya çağırıyor! Ün yapmış olsak da sulhseverliğimizle, çekinmedik ordumuzu donatmaya en modern tüfeklerle! Ordularımız etti yemin, Tanrı yanımızdadır, amin!”

Öbür kral da geri durmamış, halkını meydanlara toplamış: “Tanrı'nın huzurunda, bütün kuralları çiğneyen, iki dost halkın arasına nifak tohumu eken hain komşuyu kınarken, aslında hiiiç mi hiç istemeden, haysiyet ve adalet adına, dökülen masum kanı hatırına, yüce vatanımız uğruna, Tanrımızın buyruğu yolunda, giriyoruz işte savaşa; yükseltiyoruz sesimizi, eh, kılıcımızı da tabii.”

Böylece başlamış korkunç savaş, bomba, mayın, kıyım, yıkım; kan, gözyaşı, feryat ve figan, ne köy kalmış ne konak; almış herkesi can korkusu, sarınca ortalığı ceset kokusu.

Geçmiş yazlar, kışlar ve yıllar, sahipsiz tarlalar, bomboş kalmış ovalar; sürmekteyken savaş, kıtlık gelmiş yavaş yavaş; sonrası salgın, göç ve bitmez acı, yemyeşil ada olmuş çalı.

Ve geride kalanlar, şaşkın gözlerle bakıp birbirlerine, sorup durmuşlar korkak yavru kediler gibi: “Sahi, neydi güzel Kıprız'ı vuran bu büyük felaketin sebebi?”

(Resim: Rupen Manukyan)

_________

(Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ta yaşanan “Lokmacı üstgeçidi traji-komedyası”nın verdiği esinle, çok bilinen bir Ermenice masalın uyarlaması.)

19 Ocak 2007

Hiç yorum yok: