2 Ocak 2009
İnsanın büyük mücadelesinin, büyük yürüyüşünün, bütün büyük, süslü, güzel sloganlarının en iyiyi, en doğruyu, en hakiki olanı arayışının ardında ne yatıyor?
Neden ömrümüzü tüketircesine bir şeyler yapmaya, bir şeyler olmaya, bir şeyler becermeye, iz bırakmaya çalışıyoruz?
Neden güzelliğin peşinden gidip seviyor, damarımıza basıldığımızda öfkeleniyor, öfkelendiğimizde bağırıp çağırıyor, adaletsizlik karşısında hakkımızı arıyor, haksızlığa tahammül edemeyince küsüp bir köşeye çekiliyoruz?
Neden karşımızdakine derdimizi anlatmak için çırpınıyor, neden yazı yazıyor, kitap-gazete okuyor, etrafımız dostlarla dolu olsun istiyor, neden haklı çıkmanın onurunu yaşamak istiyoruz?
Neden siyasi partilere, kanarya sevenler derneğine üye oluyor, eylemlere, yürüyüşlere katılıyoruz?
Varoluşsal gibi görünen bütün bu sorulara verilecek, şöyle okkalı bir felsefi cevabım yok ne yazık ki. Belki gerçekten de, söylendiği gibi, doğuştan gelen iç sıkıntımızı bastırmak, basbayağı zaman(ımızı) doldurmak için yapıyoruz bütün bunları, ya da yüce uğraşlarımızla dünyayı gerçekten daha iyi bir yer haline getirmek için. Her ne olursa olsun, bir yandan da karşımızdakileri, rakiplerimizi alt etmeye, birbirimizi yemeye devam ediyoruz.
Bütün bu süsün püsün, yüce ideallerin, merasim ve şatafatın ardında çok daha hafif, çok daha naif, çok daha masum bir şeyler var belki de.
Zengin fakir, kadın erkek, genç yaşlı, hepimizin ortak hayali.
Ermenistan’ın Gümrü kentinden çıkan rock grubu Bambir çalıyor: “Mer uzadzı şad pan çi / Arevi şoğ miayn kiç.”
Belki de, “istediğimiz” gerçekten de “çok şey değil”, “sadece biraz gün ışığı”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder