Turnusol testi

Agos, 9 Ocak 2009

Ruhani Kurul’un Patriklik’le ilgili yok hükmündeki kararının ve o kararın uyandırdığı tepkilerin kaynağında derin mi derin bir dünya görüşü farklılığı var. Patrik II. Mesrob’un rahatsızlığının ardından yaşananlar ise, bu farklılığın iyice billurlaşıp keskinleşmesini sağlamaya aday.

Gelişmeler, Agos’un ilk yıllarından bu yana gündemde tuttuğu bir tartışma göz önünde bulundurularak anlaşılabilir ancak: Türkiye Ermeni toplumunun sorunlarının çözümünde sivil iradenin ne kadar ağırlığı olacağı, önümüzdeki dönemde, belki de her şeyden daha belirleyici olacak.

Türkiye’nin derin bir dönüşümün sancılarını yaşadığı, milliyetçiliğin ve militarizimin ülkenin dizginlerini ele geçirmek için fırsat kolladığı, ekonomik ve siyasi krizlerin dünyanın çehresini köklü bir şekilde değiştirmeye başladığı bir dönemde, 60 bin kişilik küçük Ermeni nüfusunun sivilleşme ve sekülerleşme çabaları, gelecek adına bir turnusol testi niteliğine bürünüyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Cumhuriyet idaresi boyunca yediği şiddetli darbelerin etkisiyle hayatın her alanında inanılmaz güç kaybeden ve artık salt ayakta kalma mücadelesi veren Ermeni toplumunun önümüzdeki döneme biraz olsun güvenli bakmasını, bu tartışmada demokratik eğilimin ağırlık kazanarak çıkması sağlayacak.

O yüzden, “Patrikliğin zaten siyasi temsil gibi bir özelliği yok” diyerek topu taca atanlara, “Ermeni kurumlarının zaten siviller yönetiyor” diyerek karnından konuşanlara rağbet etmemek, sorunların çözümü için idare-i maslahatın değil, gerçek teşhislerin peşinden gitmek gerek.

Mayın tarlasında raksa heves etmek

26 Eylül’de, Patrik II. Mesrob’un sağlık durumu nedeniyle ufukta bir patriklik seçiminin göründüğü varsayımından hareketle şöyle yazmıştık: “Her patriklik seçimi, cemaatte ayrışmaları körükleyen, farklı kesimlerin, devletin, Eçmiyadzin’in ve uluslarararası diplomasinin etkilemeye çalıştığı kaotik bir ortamı davet ediyor; cemaat her seçimde biraz daha sarsılıyor. Bu dönemi en az hasarla atlatmak için ise, üzerine geleceğin bina edileceği temelleri tartışmaya açmak şart.”

Ruhani Kurul’un tepki uyandıran kararının bu açıdan zaman kaybından başka bir anlamı yok. Demokratik tepkiler, atılan yanlış adımın er ya da geç geri alınmasını sağlayacak. O gün, şimdilerde “Devlet de benim arkamda, istediğimi yaparım” demeye başlayanların itibarlarını yitirdikleri gün olacak.

*

Ermeni toplumu, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin modernleşme çabalarıyla koşut giden bir dönüşüm yaşadı. 1863 tarihli Milli Nizamname (Azkayin Sahmanatrutyun), bütün eksikliklerine karşın, toplumun örgütlenmesinde işlevsel bir model geliştiriyordu. Sahmanatrutyun adı, ‘sınır(lamak)’ anlamına gelen ‘sahman(el)’den geliyor, Ermeni toplumunun yaşamında tarih boyunca başat rol oynamış kiliseyi, asli misyonu olan ruhani alana çekiyor, sekülerleşme sürecinin geldiği aşamayı kayıt altına alıyordu.

O tarihten sonra, patriğin ruhani önderliğinde, Ruhani ve Cismani Meclis ayrımının işlerlik kazandığı, yürütme görevini Milli Merkezi İdare’nin üstlendiği bir yönetim kültürü oluşturulabilmişti. Bu sürecin kök salmasını engelleyen ise, Abdülhamit istibdadı, İttihatçı hunharlığı ve Cumhuriyet otoriterliği oldu. Ermeni toplumu, Cumhuriyet dönemindeki baskılar sonucunda, daha önce bin bir emekle oluşturduğu idari kurumlardan feragat etmek zorunda kaldı.

Elbette, devletin baskıcı tavrının sorumluluğu patriklere yüklenemez. Ancak, üyeleri halkın oyuyla göreve gelen kurumlardan yoksun kalmanın, patriğin neredeyse sorgulanamaz bir iktidara sahip olması sonucunu doğurduğunu da hatırda tutmak gerekir. Bugün, patriklerin, sivillere söz söyleyebilecekleri alanları açma çabası içinde oldukları, hatta bunun için düzenle çatışmayı göze alabildikleri ölçüde gerçekten ‘patrik’ olabileceklerini söylemek yanlış olmaz.

Ruhaniler, dini konularda sorumluluklarının gereğini yerine getirecek, cemaatlerine önderlik edeceklerdir elbette. Ancak onların, sayısız sorunla çevrili bir toplumu iç ve dış kamuoyu önünde temsil etmesini, devletin türlü taleplerine karşı sağlam bir duruş sergilemesini beklemek gerçekçi değil.

İncil’in “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya” sözünün anlamını bizlerden çok daha iyi takdir etmesi gereken din adamlarının, ruhani alanın sınırını aşmaya bunca arzu duymalarında anlaşılır bir taraf yok. Hele o alan, güç odaklarıyla ustaca raks etmeyi gerektiren bir mayın tarlası görünümündeyse. Son dönemlerde Ermeni toplumunun bağrından çıkan en iyi yetişmiş, en parlak zekâlı ruhaninin, patriklik makamında on yılı doldurmadan ruhsal dengesini yitirmesinin, bugün patriklik seçimini sonsuza dek erteleyebileceğini sanan heveskârlara ders olması gerekmez mi?

Hiç yorum yok: