Diasporada olmak

Geçen hafta bu sütünlarda yayımlanan ve Türk-Ermeni barışmasına hizmet etmesi amaçlanan sivil projelere diaspora Ermenilerinin de dahil olması/dahil edilmesi gerektiğini savunan “Diaspora diye diye” başlıklı yazı, muradını yeterince açık bir şekilde ifade edememiş olacak, okurlardan çeşitli tepkiler aldı. Bu tepkiler özellikle, “Unutmamalı, diaspora bu topraklara aittir, Anadolu'nun diasporasıdır; asıl mağdur, asıl barışılması ve özür dilenmesi gerekendir” diyen son cümle üzerinde yoğunlaşıyordu. Yazılanlardan, bazı okurların, müreffeh batı ülkelerinde “bolluk, bereket ve huzur içinde” yaşayan, dini ve etnik kimliği nedeniyle herhangi bir baskıya maruz kalmayan, geçmişleri hakkında diledikleri gibi yazıp çizen bugünün (Batı) diaspora Ermenilerinin 1915 Felaketi'nin asıl mağduru olarak değerlendirilmesini kabullenmekte güçlük çektiği anlaşılıyor.

Burada öncelikle yapılması gereken, yukarıdaki cümlenin düz okumalarının iddia ettiğinin aksine, mağduriyetler veya kayıplar üzerine kurulacak hiyerarşik bir öncelikler silsilesinin ahlaki olmadığını belirtmektir. Söz konusu cümleyle kastedilen, diasporada yaşayan Ermenilerin mağduriyetlerinin sıkça gözardı edilerek, bu insanların, irrasyonel davranan, şovenizmin kucağına düşmüş, uslanmaz, dolayısıyla kolayca gözden çıkarılabilir bir grup olarak ele alınmasının ve Türkler ile Ermeniler arasında barışın sağlanması için Türkiye ile Ermenistan arasında ilişki kurulmasının yeterli olacağını savunmanın hakça bir tavır olmadığıydı. Zira, Türk-Ermeni Sorunu hakkında konuşulurken vicdanlarını her nedense bir kara kutuya kilitleyenlerin unutturmaya çalıştığının aksine, 1915 ve sonraki yıllarda katledilenlerin çocukları, kardeşleri veya eşleri olan, yurtlarından “Sans retour possible” (geri dönüşü yok) damgalı Nansen pasaportlarıyla uzaklaşmak zorunda kalan ilk nesil göçmenler başta olmak üzere, her kuşaktan diaspora Ermenisi, Büyük Felaket'in doğrudan mağdurudur. Diaspora Ermenilerinin, çoğu Anadolu kökenli olsa da topraklarından tam olarak kopmuş sayamayacağımız, devletten çeşitli baskılar görmesine karşın Türklerle bir arada yaşamaya, dostluk etmeye devam eden, asırlık okullarını ve kiliselerini güç de olsa ayakta tutabilen bugünün İstanbul Ermenilerinden ve “anavatan” Ermenistan'da yaşayanlardan çok daha büyük bir travmayı miras edindiği yadsınamaz. Başlangıçta tek gayesi yabancı bir ülkede tutunmak, sıfırdan yeni bir hayat kurmak olan, ancak zamanla kimliğini yitirme ve asimile olma kaygısıyla Ermeni dili, kültürü ve kilisesi etrafında toplanan, 1915'te yaşananların inkârıyla da en büyük yarasına daimi surette tuz basılan diaspora Ermenilerinin içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi anlamaya çalışmayıp, onları aşırı milliyetçilikle, düşmanca duygular beslemekle suçlamak, eğer kasıtlı bir tavır değilse, düpedüz aymazlıktır. Pek çoğu belli korkularla Türkiye'yi, ata toprağını turist olarak dahi ziyaret etmekten çekinen, okulsuzluktan çocuklarına Ermeniceyi öğretemeyen, Türkiye ve Türkler hakkındaki bilgisi duyduğu korkunç hikâyelerle sınırlı diaspora Ermenilerinin milliyetçi aşırılıklarına sövmek yerine, halklar arasındaki iletişimsizliğin aşılması yönünde kafa yormak, bu yönde çaba göstermek, barıştan ve dostluktan yana olan herkesin sorumluluğudur.

15 Aralık 2006

Hiç yorum yok: