Ecevit'in ölümü

Bülent Ecevit'in ölümünün ardından gelen yas ortamı bazı yönleriyle ciddi bir toplumsal riyakârlık özelliği gösteriyor. İki haftadır yazılıp çizilenler, Türkiye kültüründe ciddi bir yeri olan “ölünün arkasından kötü konuşulmaz” geleneğinin boyutlarını aşan bir güzelleme yarışı haline dönüştü. Siyasi yaşamı gelgitlerle dolu bir politikacının ölümünden sonra soğukkanlılıkla değerlendirilip hata ve sevaplarının mercek altına alınmaması, eleştirel düşünce eksikliğinin toplumu nasıl hamaset sularına ittiğinin açık bir örneği. Koparılan vaveylanın nedeninin, bu ölümün, “laikçi, ulusalcı, milliyetçi, orducu” kesimle AKP'nin temsil ettiği muhafazakâr kesim arasındaki kamplaşmanın hızla heskinleştiği bir döneme denk gelmesi olduğu açık. “Barış adamı” kimliğini her nasılsa askeri bir harekatla almış; solculuğu, sistemin sola kaymasını engellemekten başka bir amaç gütmeyen; Merve Kavakçı olayı sırasında Meclis'te sergilediği saldırgan tutumla türban meselesini içinden çıkılmaz bir hale sokan; seçim barajı hakkında muhalefetteki söylemini iktidara gelince unutan; “solculuğuna” rağmen MHP'yle iktidar ortaklığı yapmayı içine sindirebilen bir siyaset adamının ölümü, iki siyasi kamptan birine, berikine yüklenmek için ciddi bir fırsat vermiş ve böylece stratejik bir önem kazanmıştır. Ecevit’in arkasından samimi gözyaşları dökenler tenzih edilmeli elbette; ancak. bir önceki seçimde tarihin en dramatik kaybını yaşayarak yüzde 1.2 oranında oy almış bir partinin genel başkanının ölümünün bu denli büyük bir toplumsal çalkalanma yaratmasının başka bir açıklaması olamaz.
17 Kasım 2006
17 Kasım 2006

Hiç yorum yok: