Herkesin göçmenliği kendine

Göçmenlik halleri hakkında bugüne dek söylenmemiş söz, yazılmamış cümle kaldı mı? Doğduğu, biçimlendiği topraklardan uzakta yeni bir hayat kuran, gününün büyük çoğunluğunu anadilinden başka bir dilde sürdüren, çocuklarıyla kendi anadilinden başka bir dille anlaşan insanın ruhunda yaşanan dönüşüm, asırlardır hikâyelerin, romanların, fotoğrafların, filmlerin konusu olmadı mı? Bir boks ringinin mavi köşesindeki, melankolik, insanı tüketen sıla hasretiyle, karşı kırmızı köşedeki ateşli “ölürüm de bir daha o topraklara adımımı atmam!” andı arasındaki karmaşık ruh iklimleri yelpazesinde, didik didik edilmemiş tavır, duruş, duygu kalmadığı halde, insanlığın önünde dağ gibi yığılmış kimlik sorunlarına derman bulunamıyor olması nasıl açıklanabilir? Yoksa, kaçınılmaz olarak toptancılık eğilimi içeren onca sosyolojik, siyasal, sanatsal analize karşın, herkesin kendine göre, kendine has bir göçmenlik hali, bir göçmen duruşu mu var? O insanların kimi isteyerek ya da istemeyerek memleketinden ayrılıp uzak bir diyara yerleştiği için sudan çıkmış balığa döner, kimi de yeni ortamına çabucak uyum sağlar, yeni dilini şıp diye konuşmaya başlar. Göçmenlik her koşulda zor zenaattır, ama kimileri bu zor zenaata bir türlü hakkıyla vâkıf olup doğal yoldan nefes almaya başlayamaz. “Göçmen sorunu”na çözümler üretmek iddiasındaki siyasi projeler, bu insanî durumu göz ardı ettikleri ölçüde çözümden uzaklaşıyorlar. Bugün pek çok ülkede, zihinlerdeki “biz” ve “onlar” ayrımının cisimleşmiş hali olan göçmen karşıtı ayrımcı politikalar (hedefi ister Afrikalılar/Asyalılar, ister Türkiye Kürtleri gibi iç-göçmenler olsun) veya söylemler (örneğin diaspora Ermenilerini yekpare bir bütün olarak sunan söylem) yaşamı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Göçmenlerin ortak kültüre yapacakları katkıların desteklendiği, onların toplumu dönüştürme hakkına saygı duyulduğu özgürlükçü bir siyaset tahayyülü, bütün insanlığın yararınadır.

1 Aralık 2006

Hiç yorum yok: