Hafta başında, yaklaşık üç yıllık yoğun bir çalışmanın ardından restore edilen, Van gölündeki Ahtamar adacığında yer alan Surp Haç kilisesinin açılış töreninin 24 Nisan 2007 tarihinde yapılacağı açıklandı. Daha önce, kilisenin açılışının kasım ayında AB İlerleme Raporu’nun açıklanmasından hemen önce yapılacağı duyurulmuş, ancak bir süre sonra erteleme yoluna gidilmişti. O zaman, kilisenin restorasyonuyla verilmek istenen mesajın olumlu olduğunu belirtmiş, ancak bir ihtiyat şerhi koymuştuk: “İcraatlar mesajları destekler nitelikte olmadıkça ve ayrımcı söylemler terk edilmedikçe, dostluk mesajlarının hiçbir kıymeti harbiyesi kalmayacak” (AGOS, 13 Ekim 2006). Aynı yazıda, Ahtamar adının resmi kaynaklarda AKDAMAR olarak geçmesine de itiraz etmiş, kilise restorasyonunun tek başına yeterli olmadığını, Akdamar adının kullanımdan kaldırılmasının da elzem olduğunu belirtmiştik. Gelişmeler, bizzat AKP hükümetinin kültür bakanı Atilla Koç'un ağzından, değil Ahtamar'ın adının iadesini, tarihi Ani kentinin adının da cümle âlemin gözünün içine bakılarak, inatla ANI olarak telaffuz edildiğini gösterdi bizlere.
Gelin, Ani'yi şimdilik bir kenara bırakıp, kilisenin açılışı için seçilen 24 Nisan tarihinin ne ifade ettiğine bakalım. Bilindiği üzere, 24 Nisan 1915, İstanbul'da bir gecede 200'den fazla Ermeni aydınının, bizzat İttihat ve Terakki merkez-i umumisi tarafından hazırlanan listeler doğrultusunda tutuklanıp iç bölgelere, özellikle Çankırı ve Ayaş'a sürüldükleri tarihtir. Yine bilindiği üzere, bu aydınlardan pek çoğu izleyen günlerde, ıssız bir yerde, bir dere kenarında, bir köprü başında katledildi ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Bu tarih, yalnızca bu aydınları değil, 1915'in şubat-mart döneminde başlayan tehcirler ve katliamlar sonucunda ölen yüzbinlerce Ermeni'yi anmak açısından büyük sembolik öneme sahip. Tehcir'den ve katliamlardan sağ kalabilenlerin kaleme aldığı anılar incelendiğinde, 24 Nisan'ın ilk kez 1919'da, mütareke dönemi İstanbul'unda ulusal yas günü olarak kabul edildiği ve kaybedilenlerin o gün çeşitli kültürel etkinliklerle anıldığı görülebilir. 24 Nisan, dünyanın dört bir yanında, bir mezartaşına dahi sahip olamadan yitip gidenlerin yad edildiği bir gün olarak idrak ediliyor.
Sorulacak soru basit, ancak cevabı pek olumlu şeyler vaat etmiyor: AKP hükümeti, kilisenin açılışını 24 Nisan 2007'de yapmakla neyi amaçlıyor? Bu restorasyonla, onyıllardır sistematik olarak her türlü aşağılamaya maruz bırakılan, ahıra çevrilen, yerlebir edilen Anadolu'daki Ermeni kültürel ve tarihsel eserlerinin üzerinin örtülüp, dünyaya “benim Ermenilere karşı bir kompleksim yok!” mesajının verilmek istendiği aşikâr. Durum bundan ibaret olsa, kimsenin, bu tür yeni “jest”lerin devamlı kılınması için dilekte bulunmaktan başka bir şey söyleyemeyeceğini kabul edebiliriz belki. Peki ya şimdi? Kilisenin açılışını bile isteye 24 Nisan'a denk getirmek? Bugün, yaşanan acılar şiddetle reddedilir, kayıplar inkâr edilir, 90 yıllık “arkadan vurdular, biz de sürdük” tekerlemesi ha babam tekrarlanırken, diğer günler torbaya girmiş gibi, gidip 24 Nisan tarihini seçmek? Tepkilere rağmen geri adım atmamak? Bu tercihin acılara ve anılara saygısızlık olarak algılanacağını bile bile, duyarlılıkları hiçe sayarak, bu kadar kıyıcı davranmak? Açıktır ki, seçilen tarih, ancak ve ancak yaşanan acıların resmen tanındığı ve buna uygun resmi söylemin benimsendiği bir siyasal ortamda anlamlı olabilirdi. Öylesi bir ortamda, bu jest, Federal Almanya başbakanı Willi Brandt'ın Aralık 1970’te Varşova’daki Yahudi anıtı önünde diz çöküp özür dilemesine benzer bir etki yaratır, bütün dünyada büyük sempati uyandırırdı. Meseleyi bir de şöyle ortaya koyalım: Misal, açılış günü, diyelim ki Ermeni davetliler “biz kilisede 1915 kurbanları anısına bir ayin düzenleyeceğiz, sonra bir koro adada Rahip Gomidas'ın eserlerini seslendirecek, ardından da Van'a geçip, X otelinin konferans salonunda, 1915'te öldürülen şair Taniel Varujan'ın eserleri için bir okuma toplantısı yapacağız.” dediklerinde, AKP hükümeti “buyrun, gelin” diyemeyecek, demeyecekse, 24 Nisan tarihi neden seçildi? Kim bu tercihin samimiyetine inanacak kadar saf olabilir?
22 Aralık 2006