Agos, 15 Ağustos 2008
Yerleşmiş, hazmedilmiş bir spor kültürü değil Türkiye’deki. Her şeyimiz futbola, ama hep futbola odaklı. Aslolan yalnızca kazanmak, hangi yolla olursa olsun… Oyunun tadına varmaya, yarışırken hoş bir seda bırakmaya çalışmak önceliklerimiz arasında yer almaz.
Yerleşmiş, hazmedilmiş bir spor kültürü değil Türkiye’deki. Her şeyimiz futbola, ama hep futbola odaklı. Aslolan yalnızca kazanmak, hangi yolla olursa olsun… Oyunun tadına varmaya, yarışırken hoş bir seda bırakmaya çalışmak önceliklerimiz arasında yer almaz.
Yoksulluğumuzdan, görmemişliğimizden, bilmezliğimizden, kimi sporlarda zaten hiç yokuz. Takım sporları organizasyon ister, pek ortalarda görünmeyiz; denize küskünüz, yüzmeyiz; dağa küskünüz, tırmanmayız; karayoluna vurgunuz, bisiklete binmeyiz.
Güç sporlarında, güreşte, halterde, geçmişten gelen bir iddiamız vardır; onlarda bile kalıcı bir iş kotaramayız. İniş çıkışlarla, bolca skandalla, dopingle, yüksek beklentiler ve hayal kırıklıklarıyla doludur mazimiz.
Güçbela kazandığımız başarıların ardı gelmez, çünkü sistemli çalışma ürünü değildir bunlar. Aramızdan, yeteneği ve azmiyle, şartları zorlayarak dünya standartlarına ulaşan biri çıktı mı, hemen paçasına yapışıp aşağı çekeriz. Ana malzememiz hamasettir: Bizi yolumuzdan kimse çeviremez, attığımızı vururuz, vurduğumuz yerden ses gelir! Böylece Türk’ün gücünü bütün dünyaya gösteririz.
Her şeyimizi bağladığımız futbolda kazanılmış başarılar dahi, sokaklarda, balkonlarda, cam kenarlarında insanların kurşunlanmasına neden olur. Sevinmeyi bilmeyiz.
Ana malzememiz hamasettir: İşte bu yüzden, olimpiyatların açılış töreninde sporcuların eline kocaman bayraklar veririz. Düzenleme komitesi “Bu bayraklar çok büyük, daha küçükleriyle yürüyün!” dediğinde, hemen yarışlardan çekilme tehdidi savurur, böylece yedi düvele haddini bildirir, gururla haykırırız:
“Türk’e durmak yaraşmaz. Türk önde, Türk ileri!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder