Cumhurbaşkanının Ermenistan ziyareti sırasında ve sonrasında verilen mesajlar, Türkiye’nin, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmaya hazırlanarak, hem Kafkasya’da istikarın sağlanmasına katkıda bulunmayı, hem de dünyanın dört bir yanında alınan parlamento kararlarıyla kendini iyice kıstırılmış hissettiği Soykırım meselesinden en hafif hasarla sıyrılmayı hedeflediğini gösteriyor.
Karmaşık bir sorun olsa da, Ermenistan’la yakınlaşmak için yapılması gerekenler belli: Karayolu ve demiryolu ulaşımının başlaması, sınırın açılması, Yerevan’da Türkiye, Ankara’da Ermenistan elçiliklerinin açılması, ilişkilerin normalleşmesini sağlayacağı gibi, ticaretin gelişmesine, sınırın iki yanındakilerin refah ve huzuruna da katkıda bulunacak.
Sarkisyan’ın Gül’ü Yerevan’a davet ederek gösterdiği basiret, Ermenistan’ın bu yakınlaşmadan yarar sağlayacağını bildiğinin onayı olarak görülmeli. Anlaşılan o ki, Sarkisyan, selefi Koçaryan’ın sertlik siyasetindense, Koçaryan’ın selefi Levon-Ter Petrosyan’ın yakınlaşma siyasetini benimsiyor. (Sarkisyan’ın, aynı ılımlı tavrı, başını Ter Petrosyan’ın çektiği muhaliflere de gösterip göstermeyeceği ise, Ermenistan demokrasisinin geleceği açısından hayati önemi haiz.)
Bu arada, Ter Petrosyan’ın 1991’deki açılımlarının Türkiye’den karşılık bulamadığı ve ardından Ermenistan’ın ilk cumhurbaşkanının siyasetin zirvesinden uzaklaştırıldığı dönemden bugüne geçen zamanın ilişkiler açısından “kayıp yıllar” olduğu da iyice ortaya çıkmış oldu (Volkan Vural - Neşe Düzel söyleşisi, Taraf, 8 Eylül 2008 ve 9 Eylül 2008)
Öte yandan, Türk-Ermeni sorununun gerçek ve adil bir uzlaşmaya kavuşabilmesi için, 1915 Felaketi’nin asli mağduru konumundaki diasporanın da mutlaka dikkate alınması gerekiyor. Halbuki, Türkiye’de diaspora daimi bir ayakbağı olarak görülüyor; oradaki herkesin aşırı milliyetçi olduğu yanılsaması kullanılarak, farklı bileşenlerden oluşan, büyük ve çok renkli bir insan topluluğu tektipleştiriliyor, ötekileştiriliyor.
Türkiye’nin Ermenistan’la ilişki kurmasının diasporada belli bir yumuşama yaratacağı, ancak sorunu ortadan kaldırmayacağı idrak ediliyor olmalı ki, yetkililer katında olmasa da, basında son günlerde, ‘özür’ sözcüğü sıkça telaffuz edilmeye başlandı.
Emekli büyükelçi Vural, Neşe Düzel’le söyleşisinde ‘özür’ kavramının altını dolduran bazı pratik açılımlarda da bulundu: Bunlar arasında, tehcirle yurtdışına göçmek zorunda kalanların TC vatandaşlığına alınması, sembolik birtakım tazminatlar, geçmişte yaşananlardan büyük acı duyulduğunun beyan edilmesi var.
Günümüz Türkiye toplumunda böylesi bir özrün büyük bir tepki doğuracağı aşikar. Diasporada da bu tavra şüpheyle yaklaşan kesimler mutlaka olacaktır. Ancak, toplumların bir günden diğerine değişmediğini ve bazen bir konunun tartışmaya açılmasının bile gelecekteki büyük değişimlerin müjdecisi olduğunu akılda tutarak mücadeleye devam etmek gerek.
Maç için Yerevan’ı ziyaret eden Türkiyeli gazetecilerin bir kısmının ve Genç Siviller gibi grupların Dzidzernagapert’teki Soykırım Anıtı ve Müzesi’ni ziyaret etmeleri, hiç olmazsa bazı ‘Türk’lerin geçmişle yüzleşmeye ve bunun bedellerini göğüslemeye hazır olduğunu gösteriyor. Önceleri hayal dahi edilemeyecek, çok anlamlı bir gelişme bu.
İki ülkedeki siyasi iradenin ve diasporanın bu yeni durumu iyi kavrayıp, buna uygun hareket etmeleri gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder