Agos, 26 Eylül 2008
Sonradan olma Boğaziçiliyim. Marmara Üniversitesi’nde lisansımı yaptıktan dört yıl sonra, master için girdim Boğaziçi’ne.
Sonradan görme olduğum için, o okulda, o kampusta esen özgürlükçü havanın kıymetini, öğrencilere kendilerini geliştirebilmeleri için tanınan imkânları, hocalarla olabildiğince eşit ilişkiler kurabilmenin nimetlerini, başka üniversitelerin boğucu ortamını bilmeyen gerçek Boğaziçili arkadaşlarımdan çok daha iyi takdir ettiğimi düşündüm hep.
Amerikalıların 145 yıl önce kurup ruh verdiği; geçmişte her dilden, her dinden öğrencinin bir arada öğrenim gördüğü; o hayırhah ruhu daima taşıyan, İstanbul’un en güzel manzaralarından birine sahip o okul içimi hep muhabbet duygularıyla doldurdu.
Boğaziçi’nin ülke şartlarından kopuk olduğu, bu yönüyle bir fildişi kuleyi andırdığı eleştirisi hep yapılır. Halbuki, ülke meselelerinin ciğerine dokunan fikirlerin üretilebilmesi için, Boğaziçi’nin ve tüm üniversitelerin özgürlükler anlamında birer fildişi kule olması şarttır. Ülke olarak içinde debelendiğimiz kısırlığın Boğaziçi’ni çoraklaştırmasındansa, her yerin Boğaziçileşmesi için çalışmak gerekmez mi?
O okulda, başı örtülü arkadaşlarım Melek’le, Rahime’yle, Zeynep’le birlikte ders dinleyip tartışmaktan, ders aralarında birlikte çay içip sohbet etmekten, aynı esprilere gülmekten büyük bir zevk aldım. Onları başlarını açmaya veya peruk takmaya zorlamayan önceki okul yönetimine içten içe hep büyük bir şükran duydum.
Yeni rektör Kadri Özçaldıran’ın kararıyla başörtülü öğrencilerin giriş kapısından içeri alınmadıklarını görmekse içimi acıtıyor. Biliyorum ki, arkadaşlarımın o güzelim kampusta özgürce dolaşamadıkları bir Boğaziçi, devlet üniversitelerinin bunaltıcılığından nasibini hızla alacak ve asıl o zaman bir fildişi kuleye dönüşecek.
Neyse ki, başörtülü arkadaşlarına sahip çıkan yüzlerce öğrenci ve öğretim görevlisi var okulda. Boğaziçi’ni, en temel hak ve özgürlüklerimizi onlar temsil ediyor, bu karara imza atan rektörlük değil. O yüzden, direnmeye devam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder