Boş bir tabut misali sırtımızda taşımak zorunda kaldığımız her yalan belimizi büküyor, ruhumuzu karartıyor. Yalanlar üzerine kurulmuş hayatlarsa, beti bereketi kaçmış tarlalara benziyor. Taşlarından arındırılsa da, toprağı havalandırılsa da, hormon ilaçlarına boğulsa da, meyveleri toprak ve güneş değil, yalan kokuyor.
Yusuf Halaçoğlu’nun TTK başkanlığından alındıktan sonra söylediği ilk sözler, 15 yıl süren memuriyetin ruhuna yüklediği ağırlıktan kurtulmanın gayriihtiyari açığa çıkan sevincini yansıtıyordu adeta. Devletin tarihçisi, gazetecilere, “Umrumda değil, sırtımda yüktü!” demişti.
Onun döneminde, TTK, ‘Asılsız Ermeni İddialarına Karşı Mücadele’ merkezi haline geldi. Prof. Halaçoğlu da, Osmanlı sosyal tarihi ve devlet yapısı üzerine çalışmalar yapan bir tarihçiyken, dünyaya milli eğitim müfredatı gözlükleriyle bakanların Ermeni Meselesi’ne münhasır piri haline geldi; TC’nin resmen kurulmamış Tarih Bakanlığı’nın ilk bakanı gibi hareket etti.
Irkçı düşüncelerle rabıtası ve devletin yurttaşları arasında ayrımcılık yaparken kullandığı kodları bilim alanına tahvil etmeye çalışan iddialarıyla ‘yabancılar’ı doğruluğuna inandırması mümkün değildi şüphesiz. O da, 1915’te yaşananlar hakkında yeni fikirlerle çalkalanmaya başlayan toplumu devletin istediği eksende tutmayı görev edindi.
Zamanla daha güzel gömlekler giydi, daha güzel gözlükler taktı; profesyonel ışıklar altında, daha sonra bilgisayar marifetiyle rötuşlanacak pozlar verdi. Ama ağızlarda hep aynı yalan tadını bıraktı.
Onun, ta derinlerden bir sürpriz gibi kopup gelen “Sırtımda yüktü!” feryadı, benliğinde, riya katmanlarının altında gömülü kalmış dürüstlüğün bütün bu yalan dolana isyanını dile getiren bir nedamet emaresidir belki de, kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder