Türkiye Ermeni toplumunun yapısal sorunlarının giderek daha fazla konuşulduğu günleri yaşıyoruz. Patrik II. Mesrob’un sağlık durumu nedeniyle ufukta bir patriklik seçiminin görünüyor olması, mevcut sorunların derinleşme ihtimalini artırıyor ve bu da çözüm çabalarının daha fazla ertelenemeyeceği anlamına geliyor.
Biliyoruz ki, her patriklik seçimi, cemaatte ayrışmaları körükleyen, farklı kesimlerin, devletin, Eçmiadzin’in ve uluslarararası diplomasinin etkilemeye çalıştığı kaotik bir ortamı davet ediyor; cemaat her seçimde biraz daha sarsılıyor. Bu dönemi en az hasarla atlatmak için ise, üzerine geleceğin bina edileceği temelleri tartışmaya açmak şart.
Ermeni toplumu, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki baskılar sonucunda, daha önce bin bir emekle oluşturduğu idari kurumlardan feragat etmek zorunda kaldı. Halkın oyuyla göreve gelen idari komisyonlardan yoksun kalmak, patriğin neredeyse sorgulanamaz bir iktidara sahip olması sonucunu doğurdu.
Bu süreçte cemaatin sorunlarını çözebilme yeteneği ciddi zarar gördü. Dertlere deva bulacak tek merciin Patriklik haline gelmesi nedeniyle atıl kalan kapasite, bir şeyi yapabilme, becerebilme hüneri anlamına gelen ‘know-kow’ eksikliğini beraberinde getirdi. Görünen o ki, bunca enerji sarfına rağmen, içinde kaybolduğumuz sorunlar yumağından sıyrılamayışımızın en önemli nedeni, aslında neyi, nasıl yapacağımızı bilemiyor olmamız.
Ölçek farklı da olsa, dertler eskisinden çok da farklı değil. Bugün tartıştığımız meseleler, geçmişte de büyük çalkantılara neden olmuş, el yordamıyla da olsa hal çareleri bulunmuştu. Bu yüzden, o tartışmaları hatırlamak, bugün eksik kalanları keşfetmemize yardımcı olacaktır.
Nizamname kılavuz olabilir
1863’te Osmanlı Devleti’nin onayladığı Azkayin Sahmanatrutyun Hayots (Ermeni Milli Anayasası; resmi adıyla ‘Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’), Ermenilerin o güne dek yaşadığı idari ve toplumsal sorunların izlerini yansıtan bir metindi. Cemaat içi çekişmeleri, Tanzimat devrinin düşünce yapısını, Batı modernizmine öykünen aydın sınıfının dünyasını ve Ermeni milletinin kendine özgü koşullarını bünyesinde barındırıyor; patriğin görev ve yetkilerini, bireylerin hak ve sorumluluklarını, cemaatin devletle ilişkilerini belirliyordu. Metin, ciddi eksikleri olsa da, o haliyle bile kurumların işleyişine dair gelişkin bir yapı tesis ediyordu.
Nizamname, seçimle gelen üyelerin oluşturduğu bir Milli Meclis; bunu içinden çıkacak bir Sivil Meclis ve bir Ruhani Meclis öngörüyordu. Yürütme işlevini üstlenecek bir Merkezi İdare de tesis edilmişti. Çeşitli komisyonlar, millet işlerinin daha iyi görülmesinden sorumluydu. Eğitimden Maarif Komisyonu, mali işlerden Tesisat Komisyonu, hukuki sorunlardan Muhakeme Komisyonu, Merkezi Sandığın idaresinden Muhasebe İdaresi Komisyonu, vasiyetleri millet yararına kullanmaktan da Vasiyet İdaresi Komisyonu sorumluydu.
Koşullar bugün elbette çok farklı. Çokkültürlü bir imparatorluğun tebaası olan 2 milyon nüfuslu bir halktan değil, Cumhuriyet Türkiyesi’nde 60 bin kişilik küçük bir azınlık toplumundan söz ediyoruz. Ancak, 1863 Nizamnamesi’nin kılavuzluğunda ve günümüzün ihtiyaçları doğrultusunda şekillenecek bir yönetimin önemli kazanımlar sağlayacağını öngörmek de kehanet sayılmaz.
Bugün, Milli Meclis sadece patrik seçimleri sırasında toplanıyor. Ruhani Meclis faaliyet gösterse de, bir Sivil Meclis’e sahip değiliz. Yukarıda sözü edilen komisyonlar da mevcut değil. Bunlardan Maarif Komisyonu’nun boşluğunu SEV Vakfı ve Öğretmenler Vakfı doldurmaya çalışıyor, hepsi bu. Oysa bu birimler geçmişte cemaat kurumlarının koordinasyonunda önemli işlevler üstleniyor, bir ‘ortak akıl’ oluşturulmasına katkıda bulunuyordu.
Bu kurumları güne uyarlayıp yeniden canlandırmak, katılımcılığa ve çoğulculuğa inanan insanları oralarda görevlendirerek işe koyulmak, zor ama başarılması elzem bir görev olarak duruyor önümüzde. Karşımıza türlü engellerin çıkacağını biliyoruz. Engelleri aşarak kazanılan başarıların ne kadar değerli olduğunu da…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder