1915’te yaşanan büyük felaketin inkârını cezalandırmayı amaçlayan Fransa’daki yasa tasarısının düşünce özgürlüğü fikrinin özüne aykırı olduğu açık. Fransız siyasilerinin tasarı üzerindeki çeşitli art niyetli yatırımlarını bir an için unutsak bile, özgürlükçü bir rejimde fikir beyanını cezaya bağlamak, kabul edilemez. Demokratik ülkelerde, bir etnik grubu rencide eden, bir diğerinin üstünlüğüne vurgu yapan, ırkçı, şiddete yönelten söylemlerin önünü alacak tedbirlerin alınması zorunludur. Ne ki, tarihsel araştırma konusunu, sosyal bilimlerde mutlak doğrular varmışçasına belli bir çerçeveye mahkûm etmek otoriter rejimlerin işidir.
1915 Felaketi hakkındaki uluslararası tartışmalarda, olayları kati bir şekilde “soykırım” olarak adlandıranların yanı sıra, katliamları, bir halkın yok edilmesini amaçlayan sürgünleri vs. içtenlikle kabul eden, ancak literatüre 1945’ten sonra giren “soykırım” terimini, hukuken 1915 örneğine uygulanamayacağı düşüncesiyle (ya da terimin üzerindeki siyasi yükün ağırlığı nedeniyle) kullanmaktan imtina eden saygın akademisyenler de var. Fransa’daki tasarı yasalaşırsa, bu insanlar cezalandırılacak mı? Fransız Ermeni toplumunun, bu ve benzer mahzurlarından ötürü tasarı hakkında vicdanen rahat olmadığı, iktidar partisi milletvekili Patrick Devedjian’ın Meclis’e sunduğu “söz konusu cezalar bilimsel çalışma yürütenlere uygulanamaz” yollu değişiklik önerisinde de kendini gösteriyor aslında.
Bir de madalyonun öbür yüzüne, Türkiye’ye, yasa tasarısı gündeme geldikten sonra doğan tepkilere bakalım. Görülüyor ki, seslerini yükseltenlerin çoğu, zevahiri kurtarmak için düşünce özgürlüğünün ardına sığınıyor olsalar da, aslında idealist değil oportünist bir tavır içindeler. İroniktir, şu günlerde demokrasi havarisi kesilenlerin önemli bir kısmı, çok değil birkaç ay, hatta birkaç hafta önce, Orhan Pamuk, Hrant Dink ve Elif Şafak davalarında (ve Kürt sorunuyla ilgili açılan pek çok davada), söz konusu değerleri savunanların yanında değil, tam karşısında, mahkeme kapılarında küfür, sumsuk, yumurta savuranların saflarında yer aldılar. Soralım: Tüketici derneklerinin, ticaret odalarının, Türk-İş’in, son on yılda düşünce özgürlüğünü savunduğu vaki midir? Orhan Pamuk yargılanırken “oh!” deyip, Fransa’daki yasa tasarısına karşı özgürlük meleği kesilenlere, “tutarlıdır!” denilebilir mi?
Velhasıl, tasarıya karşı çıkanların pek çoğu, özgürlük idealine bağlılıktan değil, yaşananların soykırım değil, vatan savunması olduğuna; söylenen sayıda Ermeni’nin ölmediğine, ölenlerin de bunu hak ettiğine ve nihayet Türklerin böyle bir suçu asla işlemeyeceğine inandıklarından tepki gösteriyor; bir yandan da Türkiye’de “1915’te yaşananlar soykırımdı” fikrini savunanların hain olduğunu, yargılanmaları, ceza almaları gerektiğini savunuyorlar. Bu insanlar, “Ermeni Sorunu”nu konuşurlarken, kendilerini zafer yolunda her şeyin mubah olduğu bir savaş alanında görüyor, insanların acılarını, hassasiyetlerini, hatıralarını kolaylıkla ayaklar altına alabiliyorlar. Mart ayında İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen konferansta kimi “devletlu” akademisyenlerin söylediklerinin kulaklarımızdan silinmesine imkân var mı?
Türkler Ermenileri uğurlamışlardır, komşuluk vardır. Paşa paşa, geze geze gittiler / Ermeniler tarihte efendilerini hep değiştirmişler ve efendilerini satmışlardır / Saldırılar sonucu ölenler 6.500-8.500 arasıdır / Sadece suçlular tehcire gönderildi / 1915 bir kriz yönetim biçimiydi. (Talin Suciyan’ın haberinden, http://www.bianet.org/2006/04/12/76695.htm)
Bu tür “akademik inci”lerin yasaklanması veya cezalandırılması değil, fikirsel zaaf ve kofluklarını ortaya çıkaracağından, kürsülerden serbestçe dile getirilmesi faydalı olacaktır; böylece belki zamanla Ermeniler ve Türkler arasında aracısız, gerçek bir diyalogun yolu açılabilir.
13 Ekim 2006