Başörtüsünün düşündürdüğü

Agos, 15 Şubat 2008

Başörtüsü tartışmaları sırasında çokça kullanılan birtakım klişeler üzerine düşünmek ve onların tarihsel olgular karşısındaki geçerliliğini test etmek, sorunun kaynaklarını, çözüm olasılıklarını makul bir zeminde konuşabilmek açısından elzem görünüyor.

Kız öğrencilerin üniversiteye başörtüsüyle girmesinin rejimi tehlikeye atacağı fikrinde olanların, “Ortaçağ karanlığı geri gelecek! Şeriat istiyorlar!” feveranıyla gönderme yaptığı durumun Osmanlı-Türkiye tarihinin hangi aşamasına tekabül edebileceği üzerine kafa yorduğunuzda, manzaranın pek de yansıtıldığı gibi olmadığını görüyorsunuz.

Osmanlı Devleti, evet, yüzyıllarca şeri hukukun geçerli olduğu bir idareye sahipti. Ancak, Osmanlı topraklarında uygulandığı şekliyle İslam Hukuku’nun, bugün gözümüzün önündeki İran veya Suudi Arabistan türü şeriat rejimleriyle hiçbir ilgisi olmadığını, Osmanlı idare, hukuk ve toplum yapısının mutlak bir teokrasi olarak adlandırılamayacağını, aksine, zamana, coğrafyaya ve koşullara göre esneklik gösteren özgün bir karaktere sahip olduğunu teslim etmek gerekir.

Modernleşme kuramı ve ulus-devlet ideolojisi çerçevesinde yazılan tarihimiz geçmişe bakışımızda türlü çarpıklıklar yaratıp doğru terimlerle konuşmamızı engellediği içindir ki gerçek bir tartışmaya giremiyor, tıpkı başörtüsü meselesinde olduğu gibi, karşımızdakini hırpalamayı marifet sayıyoruz.



Hangi aydınlık, hangi karanlık?

Modernleşme kuramının temel özelliklerinden biri olan doğrusal tarih anlayışı, tarihsel gelişmeyi, geçeceği safhalar ve ulaşacağı nokta önceden belirlenmiş bir süreç olarak görür. Az gelişmiş toplumlar “ilerleme” yoluyla modern toplumların kat ettiği yoldan geçecektir. Tarihin böylesine tek çizgili olarak değerlendirilmesi, tektipleştirici bir modernizm algısına yol açar. Hedef bellidir, muasır medeniyet seviyesine ulaşılacaktır; toplum bu hedefe ulaşmak için dönüşmelidir; aksi yöndeki her türlü direniş anında bastırılmalıdır.

Yukarıda kabaca tasvir edilen modernleşmeci bakış, hayatın çeşitliliğinin bu resme sığmayacağını göz ardı ediyor.

Bugün, “ortaçağ karanlığı”ndan dem vuran fikir ve siyaset erbabı, başörtüsünün rejimi değiştireceği kaygısını duyan kesimin reflekslerini harekete geçirmekten medet umuyor. “Aydınlık” cumhuriyetin toplum üzerinde onyıllardır baskı uyguladığını ve tepeden inme modernleşmeciliğin bu baskıcı ulus-devlet ideolojisinin payandası olduğunu görmezden geliyor.

Üç kıtaya yayılmış, çok dinli, çok dilli bir imparatorluğun doğrudan şeriat hükümleri doğrultusunda yönetildiğini savunmak, tarihi bilmemekle açıklanabilir mi?

Osmanlı hukuku elbette Kuran’ı temel alıyordu. Ancak, genellikle kanunların Kuran hükümlerine uygun olup olmadığının tespit edilmesiyle sınırlı olan bu rabıta, hayatın bütününü kuşatıcı bir nitelik arz etmiyordu.

Osmanlı toplum hayatında dinin yeri önemliydi. Ancak dinin toplumsal yapının tek belirleyeni olduğu savı gerçeklikle bağdaşmıyor. Anadolu’nun bir köyünde yaşayan bir zanaatkârın iktidarla ilişkisi salt dini temeller üzerinde açıklanamaz. Üretim ilişkileri çevresindeki toplumsal örgütlenmeler, gündelik hayatı düzenleyen normlar ve hukuki düzenlemeler de din kadar önemlidir. Osmanlı bağlamında, şeri hukukun Kuran’dan çok daha geniş bir alanı kapsadığını söylemek yanlış sayılmaz.

Sultanın ve divan-ı hümayûnun yetki alanındaki kurallar, yani örfi hukuk, ihtiyaçlara uygun düzenlemelerle, hem imparatorluğun değişen koşullara ayak uydurmasını sağlar, hem de günlük yaşamın gereklerine uygun yasalar üretir. Bu yasalar, büyük bir coğrafi alana yayılmış farklı unsurlara sahip imparatorluğun, ahalinin gözündeki meşruiyetini yeniden ve yeniden sağlayıcı nitelikte olmalıdır.

Osmanlı hukuk sisteminin yerel uygulayıcısı konumundaki kadılar, merkezi otoriteyle halk arasında bir tür aracı konumundadır. Kadılar, örfi hukuku uygular, ahali arasındaki anlaşmazlıkları çözümler, adi suçlarla, aile hukukuyla, mirasla, evlilikle, boşanmayla, vakıflarla, vergilerle, mal fiyatlarıyla ilgili meselelerde karar alır.

Toplumsal yaşantının her veçhesini sarmalayan böylesi geniş bir alanda şeriat idaresinin geçerli olduğu zehabına kapılmak, ancak Osmanlı realitesinin çarpık bir şekilde algılanmasıyla mümkündür.



İki kaynak: Gayrimüslimler ve kadınlar

Osmanlı hukuk sistemi, gayrimüslimlerin kendi millet yapıları içerisindeki yargı kurumlarına tâbi olmaları esasına dayanıyordu. Buna göre, Rum ve Ermeni patrikhanelerinin ve hahambaşılığın, cemaatleri üzerinde hukuki yetkisi vardı; bu yetkinin kullanılmasını dini kurallar ve geleneksel normlar belirliyordu.

Ancak dini kurumların cemaatleri üzerindeki hukuki iktidarı mutlak değildi. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalar, sözgelimi Najwa Al-Qattan’ın Şam kadı sicilleri üzerine yaptığı çalışma, 18. ve 19. yüzyıllarda Hıristiyan ve Yahudi ahalinin de davacı, tanık, aracı, alıcı, satıcı, vâris vs. olarak binlerce kez kadı karşısına çıktığını gösterdi. Al-Qattan’ın çalışması, ‘zimmi’ statüleri nedeniyle bazı haklardan mahrum olduğu bilinen gayrimüslimlerin, davalarını İslami mahkemelerde açmaktan çekinmediğini, hatta bazı konularda çıkarlarına uygun olduğu için kendi cemaatlerinin değil, kadının adaletine başvurduğunu gösteriyor.

Avrupa-merkezli modernleşmeci tarihyazımı, uzun yıllar kadınların İslam coğrafyasında, sosyal ve ekonomik olarak adeta köle konumunda bulunduğunu aktardı. Günümüzdeki çalışmalar, bu Oryantalist bakışın da ciddi hatalara sebebiyet verdiğini ortaya koyuyor. Ronald C. Jennings’in Kayseri kadı sicilleri üzerine yaptığı araştırmalar, 1600-1625 gibi görece erken bir tarihte dahi, kadınların yaşadıkları yörenin sosyal ve ekonomik hayatına katıldığını, hukuki davalarını görmek için kadıya bizzat başvurup haklarını aradığını gösteriyor.

(Bkz. Najwa Al-Qattan, “Dhimmis in the Muslim Court: Legal Autonomy and Religious Discrimination,” International Journal of Middle East Studies 31(3), Ağustos 1999, s. 429-444; Ronald C. Jennings, “Women in Early 17th Century Ottoman Judicial Records: The Sharia Court of Anatolian Kayseri,” Journal of the Economic and Social History of the Orient 18(1), Ocak 1975, s. 53-114.)

(Fotoğraf: ARA GÜLER)

Hiç yorum yok: