Agos, 7 Aralık 2007
Türkiye Ermenileri, 1915 Felaketi’nde evlatlarını kurban verdikten sonra, o kara günlerden geriye kalanların 1922-23’te toplu halde Avrupa’ya veya Ortadoğu ülkelerine kaçışına, büyük göçe de tanık olmuş, bu şiddetli darbelerin etkisiyle tükenmiş, mecalsiz kalmış bir topluluktu.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, büyük bir çoğunluğu İstanbul’da yaşayan 70-80 bin kadar Ermeni, benzer koşullar altındaki Rum ve Yahudi nüfusla birlikte bir yandan ayakta kalmaya çalışıyor, bir yandan Türkleştirme siyasetiyle boğuşuyor, bir yandan da ülkeye olan sadakatini her gün, her an, yeniden ve yeniden kanıtlamak mecburiyetinde bırakılıyordu.
Ermenice basın üzerindeki ağır baskılar, 1908-1912 arasındaki özgürlük döneminde 200 kadar gazete ve dergi yayımlayıp önemli bir kültürel sıçrama yaşayan İstanbul Ermenilerinin, büyük sıkıntılar altında yayın yapan birkaç gazeteyle yetinmesi sonucunu doğuruyordu.
Tek parti rejimi, toplumsal baskıların ve ilan edilmemiş, keyfi yasakların çağıydı. Lozan Antlaşması’nın sağladığı bütün güvencelere karşın, Ermeni toplum yaşantısının can damarı olan derneklerin kapılarında paslı birer kilit asılıydı. Ermenice oyunlar sahneye konamıyor, toplu kültürel etkinlikler bin bir güçlükle düzenleniyordu.
Bu durumun biraz olsun değişebilmesi için, karanlık II. Dünya Savaşı yıllarının asık suratlı koridorlarından geçmek gerekecekti.
Nor Or: Bir gazeteden fazlası
II. Dünya Savaşı sona ererken, savaş yılları boyunca tarafsızlık adı altında Nazi Almanyası’na göz kırpan, Varlık Vergisi, Yirmi Sınıf İhtiyat Askerlik gibi ayrımcı uygulamalarla gayrimüslim yurttaşların tepesinde boza pişiren “CHP Devleti”, Nazizmin altındaki zeminin kaymakta olduğunu görünce, çeşitli politik açılımlar yaparak demokratik ülkeler safına katılmanın yollarını aramaya başlamış, hatta Şubat 1945’te, iş işten geçtikten çok sonra Almanya’ya savaş bile ilan etmişti.
Savaşa girmemesine rağmen altı yıl boyunca yıkımı çok yakınında hisseden, açlık, karaborsa, zorunlu çalıştırma, sansür gibi prangalarla dört bir yanından baskı altına alınan Türkiye toplumu, savaşın sona ermesiyle yüzünü göstermeye başlayan güneşin verdiği umutla silkinecekti. 1945’te, başta Demokrat Parti olmak üzere pek çok siyasi parti kuruldu, CHP ise 1925’ten beri benimsediği katı siyasetten uzaklaşacağına dair sinyaller vermeye başladı.
İşte bu rüzgârlar sayesinde bulutların dağılmaya başlaması, yirmili yaşlarındaki üç genci, Aram Pehlivanyan, Sarkis Keçyan (Zanku) ve Zaven Biberyan’ı, kendilerinden bir önceki kuşaktan Avedis Aliksanyan’la birlikte muhalif bir gazete çıkarmaya teşvik edecekti. Gazetenin adı, bütün dünyayı sarmış olan yeni bir başlangıç hissini, insanlığın önünde serili yeni hayata dair umudu ifade ediyordu: Nor Or (Yeni Gün).
Her biri sosyalist ideale gönülden bağlı olan bu isimler, Nor Or’da hem dünyadaki ve Türkiye’deki adaletsizliklere karşı çıkacak, hem de Türkiye Ermeni toplumu içerisindeki haksızlıklara karşı mücadele verecekti.
Sirkeci Ebusuud Caddesi 5 numaradaki mütevazı merkezinde haftalık olarak yayın hayatına başlayan ve daha ilk sayılarından itibaren toplumun çeşitli kesimlerine, bu arada siyasi iktidara keskin eleştiriler yönelten Nor Or, Cumhuriyet döneminde Ermeni toplumu içinden yükselen en keskin ses olarak büyük beğeni kazanacak, ancak bunun yanı sıra şimşekleri de üzerine çekecekti.
Yaşamın her alanında, siyasette, toplumsal yaşantıda, edebiyatta, “köhnemiş zihniyet”e başkaldıran Nor Or’cular, kâh Nazım Hikmet’in 1920’lerde “Putları Yıkıyoruz”da yaptığına benzer bir şekilde Ermenice edebiyatın “romantik” klasiklerine karşı seslerini yükseltiyor, kâh Ermeni okullarında okuyan yoksul öğrencilerin hakkını arıyor, kâh devletin gayrimüslim vakıflarını istediği gibi manipüle etmesini sağlayan “tek mütevellilik” sistemine meydan okuyordu.
Boynu bükük kalmış Ermenice edebiyatın 1945 sonrasında irili ufaklı meyveler vermesini sağlayan kuşağa mensup pek çok yazar ve şair Nor Or sütunlarından geçti. Hagop Mıntzuri, Vartan Gomikyan, Keğam Sevan, Haçik Amiryan, Yetvart Ağamyan, Haygazun Kalusdyan, Vartan İhmalyan, Yervant Gobelyan, Zahrad, Nor Or’u salt siyasi bir gazete olmaktan çıkarıp, yazarların son eserlerini sergileyip dostları ve okurlarıyla buluştuğu bir mahfile dönüştürdüler.
Nor Or sayfalarında Mayakovski’den, Gorki’den, Eluard’dan, Aragon’dan, Sabahattin Ali’den, Orhan Veli’den Ermeniceye yapılan her çeviri, gazetenin okurları için farklı dünyalara açılan birer pencereydi.
Bütün bu çabalar, bu çevrenin sonraki yıllarda Nor Oryan Serunt (Nor Or Kuşağı) diye anılmasını, adeta bir edebi-siyasi akıma dönüşmesini sağlayacak bir dinamizmin, adanmışlığın ve ümidin eseriydi.
Yazılmayı bekleyen bir hikâye
İlk sayısı 21 Temmuz 1945’te yayımlanan Nor Or, gördüğü yoğun ilgi üzerine bir yıl sonra gündelik olarak çıkmaya başladı. Ancak aynı sıralarda Demokrat Parti meclise muhalefet partisi olarak girmiş, siyasi ortam giderek gerilmeye başlamıştı.
Aralık 1946’da İstanbul’da ilan edilen sıkıyönetim sonucunda, Ses, Gün, Yığın, Dost gibi Türkçe gazetelerle birlikte Nor Or da kapatıldı. Türkiye sol hareketiyle ilişki içindeki Avedis Aliksanyan, Aram Pehlivanyan, Zaven Biberyan, Vartan İhmalyan, Jak İhmalyan, Barkev Şamikyan, Hayk Açıkgöz tutuklanıp hapse atıldılar.
1950’de, Tebi Luys (Işığa Doğru) gazetesini çıkaran Rupen Maşoyan ve Yervant Gobelyan Nor Or’culardan kalan mirası zenginleştirmeye gayret ettiler. İlginçtir, bu ikili neredeyse yarım asır sonra Agos’un kuruluşunda da önemli rol oynayıp alınteri dökecekti.
Hapse girmiş veya takibata uğramış Ermeniler olarak Türkiye’de yaşama olanakları giderek kısıtlanan Pehlivanyan, İhmalyan kardeşler, Sevan, Zanku, Aliksanyan, Ağamyan, Amiryan yurtdışına, Halep’e, Beyrut’a, Paris’e, Yerevan’a göçmek zorunda kaldılar.
İstanbul Ermenilerinin toplumsal yaşantısı ve edebiyatı o günkü kadar verimli, canlı bir ortamı bir daha yaratamadı. Nor Or’cular, 19. yüzyıldaki görkemli edebi yeniden doğuş hareketinin, uzağa, bereketli tarlanın en kenarına, taşların, yabani otların arasına düşmüş, bu yüzden de geç yeşermiş tohumlarıydı.
Bu dönemin, bu kuşağın hikâyesi yazılmayı bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder