Agos, 31 Ağustos 2007
Yusuf Halaçoğlu’nu değil, asıl Türk Tarih Kurumu’nu (TTK) tartışsak daha hayırlı olmaz mı?
Atatürk’ün direktifleriyle 1931’de kurulan, 1982 darbe anayasasıyla kamu kurumu niteliğini alan TTK, “Türk tarihini ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini, ilmî yoldan incelemek, araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar yapmak, bunlara dayanarak da Türk tarihini ve Türkiye tarihini yazmak” amaçlarını güdüyor.
Bir tür modern devlet vakanüvisliği bu. Kralların, sultanların, beylerin tarihlerini yazan, bunu yaparken de olanı değil, emrinde olduğu muktedirin hoşuna gidecekleri yazan geçmiş vakanüvislerden farkı var mı bugün TTK’nın?
Diyelim ki Yusuf Halaçoğlu görevden alındı; TTK bağımsız, sivil ve şeffaf bir bilim kurumu haline gelmedikçe, Halaçoğlu’nun yerine tarihçiliği ve bilimsel ahlakı uluslararası kabul görmüş, özgür düşünceli bir tarihçinin gelmesinin imkânsız olduğunu bilmiyor muyuz?
TTK son yıllarda enerjisini büyük ölçüde Türk-Ermeni Sorunu’na dair çalışmalara yoğunlaştırmış durumda. Sefalet düzeyinde seyreden bilimsel değeriyle bu çabalar, tarihsel tartışmaya katkıda bulunmaktan çok, TTK Ermeni Araştırmaları kürsüsünün başkanı olan Hikmet Özdemir’in deyişiyle “Dünyanın en alçakça iftirası” olan “Sözde Ermeni soykırımı iddialarına” karşı Türkiye kamuoyunu, kerameti kendinden menkul bir ‘resmi tez’ çevresinde sarsılmaz bir kütle halinde muhafaza etmeyi amaçlıyor. Yaklaşım bu olunca, ırkçı ve ayrımcı açıklamalara muhatap olmamız hiç de şaşırtıcı değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder