Sevgili arkadaşım

Agos, 14 Aralık 2007

Arkadaşım diyorum, umarım bana kızmazsın.

Tanışmıyoruz. Tanışmıyoruz ama, şu kavanoz dipli dünyanın bin bir türlü işi içinde, belki Ortaçgil’in dediği gibi bir “dolmuş kuyruğunda” kesişmiştir yolumuz, kim bilir?

Hem, Hrant Dink ne diyordu?

“Biz Ermeniler birbirimizi biliriz, çok azız çünkü.”

İşte bu yüzden “arkadaşım” diyeceğim sana.

*

Geçenlerde gazetelerde okudum, baban anlatmış.

Boğaziçi’nde yüksek lisans yapıyormuşsun. Son zamanlarda meydana gelen olaylardan ve askerlerin durumundan çok etkilenerek eğitimini yarıda bırakmaya karar vermiş, okul kaydını dondurmuş, askere gitme kararı almışsın. Bugünlerde birliğine teslim olacakmışsın, belki de olmuşsundur bile.

Haberde senin bir fotoğrafın da vardı ama sözün, sesin yoktu. Senin yerine baban konuşmuştu. Belki de baban gazeteciyle konuşurken sen annenle çarşı pazar dolaşıyordun, tıraş takımı, yün çorap, pamuklu iç donu almak için, kim bilir?

Baban, “Oğlum vatanın bütün evlatları gibi askere gidip Mehmetçik olacak. Gerekirse bu vatan için cephede savaşıp şehit de düşeriz” demiş.

Arkadaşım, çok geç kaldığımın farkındayım ama ben sana keşke okulunu bırakmasaydın, yüksek lisansına devam etseydin diyeceğim, haddim olmayarak.

*

Üç hafta önce bu sütunlarda “Zaven Efendi”nin hikâyesi anlatılıyordu, bilmem gözüne çarptı mı? Zaven Efendi, I. Dünya Savaşı başladığında İstanbul Patriği olan Başpiskopos Zaven Der-Yeğyayan’dı. Milli eğitim müfredatında onun “Zaven Efendi adında bir hain” olarak gösterilmesini eleştirmiş, bir Ermeni lisesinde okurken derslerde bu zihniyetle toslaşmanın çocuk ruhumda yarattığı sıkıntıyı aktarmaya çalışmıştım.

Katılır mısın bilmiyorum, bence milli eğitim müfredatının sıralarından geçmiş, o kara tahtaların önünde sözlüye kalkmış Türkiyeli her Ermeni garip bir suçluluk duygusuyla büyüyor. Bu suç herhangi bir yasada yer almaz ama adeta bilinmeyen bir irsi hastalık gibi gelip bizleri bulur; adı da “Ermeni olmak”tır.

Bizler, ta ilkokul sıralarında “Andımız”ı, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”ı söylediğimiz günden itibaren, Türk değil Ermeni doğmuş olmanın yükü altında ezilmeye başlarız.

Mahallede top oynadığımız arkadaşlarla aynı okullara değil de, kalabalık içinde adını söylemekten çekindiğimiz Ermeni okullarına gidiyor olmak başlı başına bir beladır. Bu yüzden, ileride iş sahibi olunca Masis olan adımızı Mesut, Kohar olan adımızı Bahar yapacağımız gibi, nerede okuduğumuzu soranlara Getronagan yerine “Merkez Lisesi”, Surp Haç yerine “Salih Hakkı Lisesi”nde okuduğumuz söyleriz.

Bizler okulda Türk olmanın ne kadar müthiş, ne kadar yüce, ne kadar mutlu bir şey olduğunu öğreniriz. Türklerin zaferleri, başarıları, Türk olmayanların ihanetleri, alçaklıkları öğretilir orada. Biz de Türk olmak isteriz, mutlu olmak bizim de hakkımızdır zira.

Bize milliyetçiliğin, vatan sevgisinin en yüce değer olduğu öğretilir. En temel görevimiz vatanı sevmek, onun iyiliği için çalışmak, bu uğurda her türlü fedakârlığı yapmak, gerektiğinde, tıpkı babanın dediği gibi, vatan için cephede savaşıp şehit düşmektir.

*

İşte arkadaşım, bütün bunların bizler üzerinde iki tür olumsuz etkisi olur. Bazılarımız, Türk değil Ermeni olduğu için Türkiye üzerine söz söylemeye hakkı olmadığını düşünmeye başlar, dolayısıyla kendini cemaat kalıplarının içine hapseder, o dar sınırların dışarısına bakmak ona hiçbir heyecan vermez. Bazılarımız da, sözünü ettiğim suçluluk duygusuyla, milliyetçiliğin en yüce değer, vatan için can vermeninse bir görev olduğu bilinciyle yoğrularak, kendisinin de herkes kadar vatansever olduğunu, ülkesini sevdiğini ispatlama yarışına girer.

Bizler askerliğimizi yapar, vergilerimizi öder, akıllı uslu birer yurttaş olmak için uğraşırız, çünkü büyüklerimiz bize öyle tembih etmiştir, çünkü zaten “adımız bize kabahattir.” Birçoğumuz milliyetçi söylemi tamamen içselleştirerek yaşar, Türklerle aramızı bozmaya çalışan diasporaya, üçüncü ülkelere çatar, üzerimizde oyunlar oynayanlara kendince hadlerini bildirmeye çalışır.

Bütün bunlar tek bir cümleyi duymak içindir:

“Vallahi, Ermeni ama ülkeyi bizim kadar seviyor, helal olsun!”

Oysa bu cümle, sorunun çözümü değil, bizatihi kaynağıdır.

O günkü gazetenin internet sitesinde en çok okunan haberin seninki olması tesadüf müdür sence?

*

Biz kendimizi o zihniyetin çelik kalıplarına teslim ettikçe, ülkeyi sevmekle Ermeni, Türk, Kürt, Rum olmak arasında hiçbir bağ olmadığını idrak edemez hale gelmeye başlarız. Ülkeyi sevmenin oradaki haksızlıkları dile getirmekle, orayı daha yaşanır bir yer haline getirme isteğiyle alakalı olduğunu duymak istemeyiz. Ülkeyi sevmesek dahi eşit yurttaşlar olarak yaşama hakkına sahip olabileceğimizi düşünmeyiz. Tevfik Fikret’in “Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer” (Vatanım yeryüzü, milletim insanlık) sözlerinin anlamını tahayyül dahi edemeyiz.

*

Kıbrıslı şair ve yazar Neşe Yaşın oğluna bak nasıl sesleniyor:

“Savaşa gitme oğlum. Vatanı seviyorsan onun için ölmeye ve öldürmeye değil yaşamaya ve yaşatmaya git. Vatana hizmet etmek istiyorsan bahçıvan ol; bahçelerini çiçeklendir. Evsizler için evler, gençler için kültür siteleri yap. Bir fedakârlık yapmak istiyorsan yaşlıların bakım programlarına katıl, engelli çocuklar için festivaller, ayrımcılığa uğrayanlar için gösteriler düzenle ama savaşa gitme. Gençleri başka gençlerin katili ya da ölü olmaya gönderiyorlar. Onlara inanma oğlum. Söylenen her şeye inanma. Onların ‘vatan haini’ dedikleri vatanı en çok sevenlerdir. Onlar, yalnızca kendi vatanlarını değil başkalarının vatanını da sevenlerdir. Onlar, yalnızca kendi oğullarını değil başkalarının oğullarını da sevenlerdir.”

*

İşte arkadaşım. Ben de sana, keşke okul kaydını dondurmasaydın, askere gitmeden önce keşke yüksek lisansını bitirseydin diyorum. Başladığın işi yarım bırakmak iyi bir şey değildir.

O zaman, belki Boğaziçi’nde, o güzel okulda buluşur, Orta Kantin’de (istersen Sosyete Kantini’nde) karşılıklı birer çay içer, Manzara’da oturup Boğaz’ı seyreder, kütüphaneden aldığımız Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanını okuyup hüzünlenir, belki de Haşek’in “Aslan Asker Şvayk”ını okuyup kahkahalar atardık.

Arkadaşım, umarım ki sağ salim, bir zarar görmeden, kimseye de bir zarar vermeden dönersin de, bunları yüz yüze konuşuruz.

Hiç yorum yok: