Agos, 21 Eylül 2007
Issız, sakin koya gelmeleriyle gürültünün ortalığı tutması bir oldu. Arabalarıyla geldiler. Hürriyetleri, Vatanları, Sabahları, hafta sonu ekleri, sansasyonel magazin haberleri, borsa lotları, gazoz, kola, bira, dondurma siparişleriyle...
Gürültüleri koyu sardı, karşıki tepeyi aştı. Paletleri, şnorkelleriyle girdiler denize; çıkar çıkmaz, öğleyin ne yiyeceklerini söylediler garsonlara. Meze, börek, balık, bira... Etrafı süzdüler, güldüler, eğlendiler, kâğıt oynadılar, kıyıda sessiz sakin oynayan çocuklarını azarladılar. Hepsi “Ben buradayım” demek için. Orada olduklarından emin olmak ve başkalarını da haberdar etmek için.
Korktular, korkuyla bağırıp çağırdılar da. Küçük denizkestanelerinden...
Denizkestaneleri, ıssız, sakin koyun kıyılarının daimi sakinleri. Gelenler hiçbir şeyden korkmadı onlardan korktuğu kadar. Çocuklarına bağırdılar: “Dikkat eeet! Basma kestanelere! Gel çabuk buraya!”
Çocuklar zekiydi. Denizkestanelerinin üzerine basmadıkça canlarının yanmayacağını biliyor, su kenarında, denizin sığ yerlerinde oyunlarına devam etmek istiyorlardı. Denizkestanelerinden korkmuyorlardı, bu ilginç yaratıklarla aralarında alıp veremedikleri bir şey yoktu.
Ama onlar korkuyorlardı. Bir kez daha, bu kez daha şiddetli bağırdılar çocuklarına: “Dikkat eeet! Basma kestanelere! Gel çabuk buraya!”
Çocuklar çaresiz, istemeye istemeye çıktılar sudan.
Onlar, “Bir daha gelmeyelim buraya” dediler şekerli kahvelerini yudumlarken, “Çok denizkestanesi var!”
Doğa, deniz, direnişini o küçük, garip yaratıklarla, denizkestaneleriyle sürdürüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder