Agos, 28 Eylül 2007
Açılan bir kapının ardında, ta en derinlerine dek gülümseyen gözler, gülümseyen dudaklar, gülümseyen her şey.
İçerde, seni buyur eden eller, sımsıkı sarılan, hiç bırakmamacasına sarılan kollar.
Bir bakınca, “Nasıl da hep daha güzel…” diye düşündüren saçların çevrelediği, bahara durmuş, çiçekler açmış bir çehre.
İçine çekince, tanıdık, yürek ferahlatan, aklını yerinden alıp nerelere, nerelere götüren bir koku.
Yaklaştıkça, daha hızlı atan bir yürek, damarlarında gürül gürül dolaşan coşkun bir ateş.
Sarmaladıkça, “İyi ki” diye başlayan sonsuz cümleye sebep bütün sıcaklıklar.
Şöyle bir yüzünü görmek için bakınca, söyleyecek tek bir kelime bulamamanın verdiği şaşkınlıkla karışık mutluluk.
Oturunca, yan yana, ona dokunacak kadar yakında olmanın verdiği neşeli heyecan; onsuzluğun ne büyük bir mahrumiyet olduğunu idrak.
O konuşunca, salt kulağını değil, bütün benliğini söylediklerine verip dinleme; o susunca, sessizliği bütün bütün onun suskunluğuyla doldurma arzusu.
Az biraz çene çalmaya dalınca, akılda tek bir soru:
Kavuşmak gibisi var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder