Gitmek ya da gitmemek

Türkiye Ermenilerinin hayati meselesi Cumhuriyet dönemi boyunca bu oldu. 1915 Felaketi’nin ardından zaten bir avuç kalmış Ermeni toplumu için “gitmek” daima güçlü bir seçenekti. Çoğun Batı’ya, Fransa’ya, ABD’ye; istisnai olarak Doğu’ya, Ermenistan’a, Beyrut’a. Kuşaklar boyunca yaşanan göçler bugünkü manzarayı çıkardı ortaya: Ailesinden birileri yurtdışına yerleşmemiş Ermeni yok bugün İstanbul’da. Rakamlar yalan söylemez, 1927’deki ilk nüfus sayımında 13 milyonluk nüfusa sahip Türkiye’de anadili Ermenice olan 65 bin, dini “Ermeni” olan 77 bin kişi yaşıyordu (bkz. Fuat Dündar, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, İstanbul: Doz Y., 1999). Bugün, İstanbul’da toplanmış 60 bin dolayında Ermeni yaşadığı tahmin ediliyor. Ülke nüfusunun beş kat arttığı seksen yıllık dönemde Ermeni nüfusu aşağı yukarı sabit kalmış. Oysa ortalama nüfus artışına göre, Ermeni nüfusunun da 300-350 bine çıkmış olması gerekirdi. Türksolu dergisinin Hrant’ın katlinin ardından yazdığı gibi “hoş gidişler ola” diye düşünenler çıkacaktır elbet. Vicdan ve izan sahibi olanlarsa manzaranın vahametini teslim edeceklerdir. “Ah, nereye gitti o güzel insanlar, topikler, mezeler” kolaycılığına düşmenin ise bu gidişlerin asıl nedenini gözden ırak tutmaktan başka bir işe yaramadığı ortada. İnsanlar canları istediği için değil, kendilerine birer Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani olarak yaşam hakkı tanınmadığı için ayrıldılar yurtlarından. Onlar gitmedi, arzuları hilafına gönderildiler. 1915’te Ermeni halkının kökünün kazınmasını onların topyekûn hain olmasına bağlayan görüşleri her gün okuyoruz. Kritik soru şu: Cumhuriyet dönemi boyunca gayrimüslim halkların nüfusunun beşte dördünün ülkeden ayrılmasının nedeni de onların hain olmaları mı? Bir başka soru: Geçmişte, “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları, Trakya Olayları, 20 Sınıf İhtiyat Askerliği, Varlık Vergisi, 36 Beyannamesi, 6-7 Eylül Olayları ve daha pekçok ırkçı-ayrımcı uygulama olmasaydı, Meral'in “Agop”u bu diyardan göçer miydi? Bir göçmen kuş olmadığına göre!
1980’li yılların başlarında ASALA’nın cinayetleri Türkiye Ermeni toplumunun üzerindeki baskıyı katlayarak artırdığında, insanlar birer ikişer ülkeden ayrılmaya başlamıştı. Cemaat nüfusunun iyice erimesinden korkan Patrik Kalustyan’ın yabancı ülke elçiliklerine başvurup, “Ermenilere vize vermemeleri” ricasında bulunduğu anlatılır. Hrant’ın gidişinin Ermeniler arasında bu tür bir dalgayı tetikleyip tetiklemeyeceği sorusu şimdilik ortada duruyor. 20’li, 30’lu yaşlarını süren pek çok genç bu türden bir korkuyla önceki kuşakların aksine ilk kez tanıştı. Bu satırların yazarı da dahil olmak üzere pek çok kimse, adına gitmek denen bir ihtimalin kendileri için daima var olduğunu fark ettiler acı bir şekilde. Yaratılan düşmanlık ortamı nedeniyle, Ermeni toplumu, mevcut şovenist ortamın gebe olduğu gelişmeleri bekliyor. Yeni şoklara tahammül etmekse pek de mümkün görünmüyor. Yine de, tam da bu olası şoklara meydan vermemek için, üstelik Ermeni toplumunun topyekûn göçü de söz konusu olmayacağına göre, Hrant’ın yokluğunda, Türkiye’nin ve Ermeni toplumunun kurumlarının demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve kimliğinden dolayı kimsenin baskıya maruz kalmaması için hepimize daha çok sorumluluk düşüyor.

Hiç yorum yok: