Zahrad'ın mirası

Zahrad da göçtü bu diyardan. Yaşlılığında bile pırıltısını hiç yitirmeyen o keskin zekâsından, o ışıl ışıl gözlerinden mahrumuz. Neredeyse altmış yıldır Ermenice şiir denince akla ilk gelen isimlerden biriydi o. Dilde açtığı yeni çığır, sabırla birbirine eklediği binlerce dize, muradını daha önce Ermenicede hiç söylenmemiş şekillerde dile getirdiği kendine has imge dünyası onu çağdaşlarından ayırıp taptaze, bâkir bir şiir damarına yönlendirdi. 1940'larda, İkinci Dünya Savaşı'nın karanlık yıllarında İstanbul'da Ermenice şiire yeni bir ruh verme çabalarının mimarları olan Garbis Cancikyan ve Haygazun Kalusdyan'ın yarım bıraktığı işin üzerine gitti, onu mükemmelleştirdi. Türkçe şiirdeki Garip ve İkinci Yeni hareketleriyle, çağdaş Fransız şiiriyle koşut giden bir serüvene atıldı. Zihnindeki hassas imbiklerden damıttığı ince mizah ve daha derindeki ince hüzün onun alamet-i farikalarıydı; Zahrad'ın şiirinin kokusunu bir kilometre öteden alabilirdiniz. İlk bakışta basit, hatta çocukça görünen ama bilgeliği ve uçarılığıyla insanı kendine bağlayan bir şiir; insanın daimi günlük dertlerinden, toplum hayatının hayhuyu arasında sıkışmışlığından, kalabalıklar arasındaki yalnızlıklardan dem vuran, hümanist, evrensel bir şiir dağarcığı. Yalnızca İstanbul'da değil, diasporada ve Ermenistan'da da çok tanınıp sevilmesi, beyne ve yüreğe giden bambaşka yollar bulmasındandı belki de. Edebiyat eleştirmenleri onun değerini anlatan pek çok şey yazacak, dünyanın dört bir tarafında, çevrildiği yirmi küsur dilde, onun şiirlerini insanlar birbirlerine hep “bak bak, bir de şunu dinle, ne harika!” diyerek coşkuyla okuyacaklar. Çünkü onun şiiri insanda hep art arda yenilerini okuma isteği ve tanımlanması güç bir heyecan uyandırdı. Zahrad, esas adıyla Zareh Yaldızcıyan, göçtü bu diyardan, evet; ne mutlu bize ki ardında, anlatacak hikâyesi olan, üzerine yaşanmışlığın binbir çeşit kokusu sinmiş capcanlı şiirlerden mürekkep gerçek bir hazine bıraktı.
2 Mart 2007

Hiç yorum yok: