Yoksulluk üstüne

Gözlerimiz kent yoksullarına ve yoksulluğa ne çabuk alıştı. Her semtte belli köşeleri, geçitleri tutmuş dilenciler, üstü başı dökülen, yalınayak selpak satıcıları, yağmurlu havalarda kirli bezlerle araba camlarını silen ufaklıklar. Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış olsalar da kişisel haritamızdan çoktan çıkmış yoksul mahalleleri. Başımızı çevirip görmezden geldiğimiz, daha başımızı çevirirken görüntüsünü zihnimizden söküp attığımız yoksulluk.

Kentli orta ve üst sınıflar, reklamcıların ağzıyla söylersek “A-B grubu”, onlardan bihabermiş gibi yaşamayı tercih ediyor. Gazetelerde her gün, sınıf atlama arzusunu gıdıklamak üzere tasarlanmış, yeni bir hayat tarzı vaat eden sitelerin (getto mu demeli?) ilanları. Birkaç yıl önce toplumsal patlamaya yol açabileceği korkusuyla MGK gündemine bile giren yoksulluk, siyasi bir hareketin ateşleyicisi haline gelmeyeceğinin anlaşılmasıyla, gündem dışı; haber değeri de, alıcısı da yok. Velhasıl kentli nüfus, ekip biçecek toprağı ve cebinde beş kuruşu olmayan köylüyü de, köyü boşaltıldığı için büyük şehirlere doluşan gariban Kürtleri de görmezden gelmeye dünden razı.

Yoksulluk pek çoğumuzun gözünde salt bir asayiş sorunu. Hırsızlık, kapkaç, hepimizi ürkütüyor. Öyle ürküyoruz ki, nedenler üzerinde kafa yormaktansa, en önemli korunma mekanizmalarımıza sığınıyoruz: yaftalara. “Ah şu Kürtler, vah şu Çingeneler!” Önü alınamayan ırkçılığın beslendiği kaynaklar da buralardan fışkırıyor.

Oysa, bizleri sokakların tekinsizliğinden ne ardına saklandığımız çelik kapılar, ne yüksek getto duvarları, ne de sağlam tutkalla yapıştırılmış yaftalar kurtarabilir.

Türkiye, dünya üzerinde gelirin en adaletsiz dağıldığı ülkelerden biri. En düşük gelir grubundaki % 20’lik nüfus gelirden % 5 pay alırken, en yüksek % 20 gelirin % 50’sini alıyor. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2000 YTL dolayında. Aynı aile, gıda ve barınma için ortalama 900 YTL harcıyor; oysa asgari ücret 403, en düşük emekli maaşı ise ancak 543 YTL. Ülke nüfusunun yaklaşık % 55’nin yoksulluk sınırında yaşamak zorunda olduğu tahmin ediliyor.

Yoksulluk bugün sadece bir avuç solcunun, sendikacının ve akademisyenin ilgi alanında. IMF’ye muhavvel ekonomi politikaları, ekonomi biliminin temel analiz unsuru olan insanı sahadan yaka paça atalı çok oldu. Sosyal güvenlik sistemi bütünüyle tasfiye edilmeye çalışılan bir ülkede, başımız sıkıştığında özel hastanelere para akıtmaya alıştık. Ameliyat için aylarca sıra bekleyenlerle, doğru dürüst muayene edilmeden kapıdan kapıya sürüklenenlerle işimiz yok.

Yoksulluk, dört yandan cendereye alınmış güdük siyasetimizin en önemli tabularından biri. Kifayetsiz politikacıların kitleleri hipnotize etmek için kullandığı “beş yüz günde iki anahtar” türü kampanyalardan değil, gelir dağılımını düzeltmeye talip, sokaklarda aç-açık gezen insanlara yiyecek ve barınma, çalışanlara ve işsizlere sosyal güvenlik sağlamayı amaçlayan bir sosyal-politikadan, partilerüstü bir ortak-akıldan söz ediyorum. Postal darbeleri zoruyla seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu günlerde, anayasasında “sosyal” bir devlet olduğu yazılı bu ülkede, gerçekten sosyal bir siyaset geliştirecek partiyi, gündüz vakti elimizde fenerle aramaya mı çıksak Diyojen misali?


“Şşşt, kız!”

Birkaç gün önce, Moda’daki denize nazır çay bahçesi.

*

Yaşını almış üç hanımefendi oturmuş, çay mı kahve mi, canları ne çekmişse artık, keyifle yudumlayarak sohbet ediyorlar. Hanımlardan biri, boş bir sandalyeye bacaklarını uzatmış, ayakları kirlenmesin diye de altına gazete sermiş. Rüzgârın azizliği, gazete havalanıp uçuyor ve birkaç metre öteye, denize inen yarın kenarına konuyor. Tam o sırada bir Çingene kızı, bahçenin sınırını belirleyen demir çitle yarın arasındaki bir metrelik boşlukta dolanarak masalarında oturan insanlardan dileniyor.

Gazetesi rüzgârla uçan kadın, kızın yanlarına gelmesini bekledikten sonra sesleniyor:

“Şşşt, kız! Baksana! Şu gazeteyi versene bana!”

Küçük kız bakıyor, biraz yaklaşıyor; tam da yarın keskinleştiği yerde duran gazeteyi korka korka alıp, şaşkın bir edayla kadına uzatıyor. Kadının ondan bir şey istemesinin verdiği umutla, nakaratını daha bir şevkle tekrarlıyor:

“Ablacığım! Allah rızası için…”

Kadın dinlemiyor bile:

“Hadi oradan! Defol! Görmeyeyim seni buralarda. Utanmıyor musun dilenmeye?”

*

Ancak pis işlerimizi gördürdüğümüz, bundan gayrı herhangi bir ilişkiye girmeyi reddettiğimiz bu insanlar üstüne, yoksulluk üstüne düşünmek gerek.
(fotoğraf: Ayşegül Oğuz)
18 Mayıs 2007

2 yorum:

sunnyboy85 dedi ki...

Kardeşim Hayatta Hep Birileri Ezer Birileri De Ezilir... Ezilmekten Bıkar Kişi De Hakkını Arayacak Oldumu, Adı Ya Eşkıya Ya Serseri Ya Da Terörist Olur.

sunnyboy85 dedi ki...

Kardeşim Hayatta Hep Birileri Ezer Birileri De Ezilir... Ezilmekten Bıkar Kişi De Hakkını Arayacak Oldumu, Adı Ya Eşkıya Ya Serseri Ya Da Terörist Olur.