Radikal bir talep olarak demokrasi!

Sağduyunun, köktenci olmayanın, makulün uçlara itildiği, yalnızlaştırıldığı zor zamanlardan geçiyoruz. En basit, en kabul görmüş önermeler birilerinin kulağına kar suyu kaçmasına, birilerinin ifrit olmasına yetiyor da artıyor.

Demokrasiyi savunmak, olan biten karşısında demokrat bir tavır almak insanları zorlu, çetrefilli bir yola sokuyor. Demokrasiyle yönetildiği iddia edilen bir ülkede, elinde silahı olanların siyasal alana müdahale etmemesi gerektiğini savunmanın marjinalize edilmesi, fikir dünyasının nasıl altüst olduğunu, değer yargılarının nasıl onulmaz yaralar aldığını göstermez mi?

Gelin, somut örnekler üzerinde duralım.

Bundan yaklaşık bir buçuk ay önce, haftalık Nokta dergisinin İstanbul’un göbeğindeki merkezi, askeri mercilerin başvurusu üzerine basıldı ve bir hafta süre ile derginin bütün bilgisayarları didik didik arandı. Derginin sahibi, baskılara dayanamayıp, kısa bir süre sonra Nokta’nın yayınına son verdiğini açıklamak zorunda kaldı. Basının büyük çoğunluğu olayın üzerine gitmedi, siyasiler tek bir söz etmedi, zira Nokta, Silahlı Kuvvetler’in hoşuna gitmediği bilinen bir yayın çizgisi izliyordu.

Pek çok gelişmiş ülkede demokrasinin işleyişinde zaman zaman sorunlar yaşandığını biliyoruz ama basın özgürlüğünün böylesine ayaklar altına alındığı bir ülkenin demokrasiyle yönetildiğini söyleyebilmek ancak gerçeklikle bağını koparmış bir aşırı iyimserlikle mümkün. İşin kötüsü, vardığımız noktada, yani askeri vesayet rejimi altında Nokta’nın başına gelenlerin anti-demokratik olduğunu yüksek sesle savunmak, güvenliğinizden endişe etmeniz için yeterli bir sebep olabilir.

Agos’un ‘Misafirâne’sinin geçen haftaki konuğu Doğan Gürpınar şöyle yazıyordu: “Muhtıra karşısında, siyasal etik için bir ‘tercih’ söz konusu değildir, söz konusu olan gayri-kişiselleşmiş bir ilkedir ve savunulması gereken, ‘siyaset’tir.” Demokrasisi bizimkine benzemeyen memleketlerde insanların düşünce dünyasından artık tamamıyla çıkmış bu önermeyi savunmak, sizi Türkiye’de uç bir noktaya sürükleyebilir. Kendinizi bir anda çevrenize, askeri müdahaleye karşı olmanın neden illa iktidar partisini desteklemek anlamına gelmediğini anlatmaya çalışırken bulabilir, daha da acısı, derdinizi bir türlü anlatamadığınızı görerek şaşkına dönebilirsiniz.

Okullarında belli bir etnik kökene atfedilen kutsal değerlerin belletilmediği ülkelerde, milliyetçiliğin kötü bir şey olduğunu, insanları suni gruplara ayırıp şiddet yoluyla birbirine kırdırdığını söyleyebilir, milliyetçilik karşıtı bir siyasal çizginin savunuculuğunu yapabilirsiniz. Buralarda ise, bunu yapabilmek için alnınızın ortasına yapıştırılacak “vatan haini, bölücü” gibi yaftalarla dolaşmayı göze almalısınız. Elbette, bir gün ülkenizi terk etmek zorunda kalabileceğinizi veya ensenize sıkılan kurşunlarla yere serilebileceğinizi de unutmadan.

Bu ortamda, köken itibarıyla Kürt, Yunan, Ermeni, Süryani olduğunuzu söylemeniz dahi başınıza bir iş gelmesi için yeterli olabilir. Zira, “ ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır” düsturunun toplumsal düzlemde ayrımcılığı körükleyici bir rol oynaması kaçınılmazdır.

Herhangi bir fikri savunmaya dair yegâne ölçütümüzün kendi aklımızın ve vicdanımızın hassas terazileri olacağı günlere duyduğumuz hasret gittikçe büyüyor.


Krizin yanı başındaki umut

Rejim bunalıma sürüklenirken, siyaset erken seçime bir kurtarıcı gibi umut bağladı. Oysa sandığın askeri vesayetin neden olduğu krizleri bertaraf etmek gibi bir gücü yok. Halkın oyuna talip olan partilerin programlarının, toplumsal projelerinin değil, krizde kendilerine biçilen rollerin oylanacağı bir seçimden fazla şey beklemenin gerçekçi olmadığı ortada.

Acaba her şeye rağmen bir umut var mı?

Gazetelerde okuyoruz, çeşitli demokrat güçler, sivil toplum örgütleri ve partiler bir araya gelerek bazı kentlerde seçimlere bağımsız adaylarla katılma yönünde çalışmalar yürütüyor. Zaman kısıtlı, hedef zorlu. İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Hakan Güneş’in yaptığı bir araştırma, iyi bir strateji izlenmesi halinde 37 kadar bağımsız milletvekilli çıkarılabileceğini gösteriyor. Bunların büyük çoğunluğu elbette DTP’nin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerden göstereceği adaylar olacak.

Mecliste temsil edilmesinin önüne yıllardır engeller dikilen Kürt hareketinin öncülüğünde demokrat sol çevrelerin bir araya gelmesi, özgürlükçülerin, sosyalistlerin, ezilenlerin temsilcilerinin meclise taşınması için önemli bir fırsat olabilir.

Otuz-kırk kişilik bir vekil grubunun parlamentoda önemli bir rol oynayabileceğini, sisteme ciddi eleştiriler yönelten bir çekim merkezi oluşturabileceğini öngörebiliriz. Gönlümüz, bu fırsatın heba edilmemesinde; doğru isimler üzerinde sağlanacak, seçim sonrasını da göz önünde bulunduran gerçek bir uzlaşma ve akılcı bir stratejiyle zor görünenin gerçekleşmesinde.


lades


ah
aht
hata
ihtar
hatıra
muhtıra!
arıthum
arıtah
rathi
atah
tha
+ ha
--------------
ah!

1 Haziran 2007

Hiç yorum yok: