Yağlı urgan ve fikirsel tutarlılık

Günlerdir, Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanı Devlet Bahçeli’nin miting kürsüsünden halkın arasına fırlattığı yağlı urganı konuşuyoruz. Başbakan Erdoğan’ın, MHP’nin iktidar ortağı olduğu dönemde yakalanıp Türkiye’ye getirilen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın idam edilmemesinde MHP’nin sorumluluğuna ilişkin sözlerine, Bahçeli’nin verdiği tepki kelimenin tam anlamıyla dehşet vericiydi.

Geçerken söyleyelim; Bahçeli’nin ucuz ‘spagetti-western’lerden alınmışa benzeyen mizanseninin tek hayrı, bulduğu her fırsatta geçmişi kanlı MHP’nin ne kadar uysallaştığına, merkeze yaklaştığına dair yayın yapan büyük medyanın haksızlığını ortaya çıkarıp bozkurtların gerçek yüzünü göstermesi oldu.

Türkiye’nin 2002’de kaldırdığı ölüm cezasına dair hesabın henüz kapanmamış olduğunu görmek pek çoğumuz için irkiltici. Aslında, son bir haftadır tartışmanın seyrettiği seviye, yaşananın daha ziyade bir post kavgası olduğunu açıkça gösteriyor. Bu kavganın bizi en çok ilgilendiren sonucu şu: Türkiye siyaset sahnesinin oyuncuları arasında ölüm cezasına ilkesel olarak karşı olduğunu açıkça söyleyen ve mevcut atışmanın düşmanlıkları besleyen özünü mahkûm eden kimseler çıkmadı.

Hukukun en temel ilkelerinden biri yasaların ve cezaların genelliği, kişiye göre değişmezliği olduğuna göre, “Öcalan’ı asalım!” sloganını oy getirecek olta yemi misali kürsülerden salıverenler, temelde idam cezasının savuculuğunu ve çığırtkanlığını yapıyorlar.

Basında Erdoğan-Bahçeli çekişmesinin yakışıksızlığına vurgu yapan kalemler dahi, meseleyi “Öcalan’ı asmak mı, asmamak mı milli çıkarlara daha çok hizmet ederdi?” sorusu ekseninde değerlendirmekten geri kalmıyor. Öcalan söz konusu olduğu için, mahkûm haklarının sözü bile edilmiyor.

Milliyet yazarı Taha Akyol 3 Temmuz Salı günkü yazısına şöyle başlıyordu: “Öcalan’ı asmak terörü korkutup geriletir miydi? Yoksa büsbütün çıldırtıp azdırır mıydı? Bu son derece önemlidir. Miting meydanlarında kitle psikolojisini tahrik ederek değil, uzman kurullarda bütün araştırma verilerini inceleyerek soğukkanlılıkla tartışılacak bir meseledir.”

Yazıdan, ‘soğukkanlı’ bir değerlendirme sonucunda idam cezasını uygulamanın faydalı olacağı sonucuna varıldığı takdirde Akyol’un bu kararı destekleyeceği anlaşılıyor. Yani Akyol ölüm cezasına ilkesel olarak karşı çıkmıyor.

Ancak, belli koşullarda Abdullah Öcalan’ın idam edilmesi fikrine sıcak bakanlar sadece Akyol gibi ölüm cezasına yandaş olanlar arasından çıkmıyor. Sözgelimi, İsmet Berkan 4 Temmuz tarihli Radikal’de, terör sorunundan ayrı bir Kürt sorunu olduğunu ve asıl bunun çözülmesi gerektiğini vurguladığı yazısında şunları belirtiyor:

“Ama sorun, Abdullah Öcalan’ın asılmasıyla çözülemez, çözülecek olsa idama karşı olmama rağmen ben bile savunurum asılmasını.”

Kafa karıştırıcı, değil mi? Oysa, ölüm cezasına karşı olanların, Abdullah Öcalan’ın kimliğinden bağımsız olarak çizgilerini savunmaları gerekmez mi? Yoksa, Türkiye’nin boz bulanık havasında herhangi bir kimseden bu türden bir fikirsel tutarlılık beklemek çok mu lüks?


Ne kadar demokrat?

Saddam Hüseyin’in Aralık 2006’da idam edilmesinin ardından, bu sütunlarda, ölüm cezasının cinayetle eşdeğer olduğunu düşündüğümüzü yazmıştık.

Hatırlamakta yarar var: Son otuz yılda ölüm cezası karşıtı siyasi hareketlerin etkinliğinin artmasıyla, bugün dünyada, aralarında Türkiye ve Ermenistan’ın da bulunduğu 99 ülke ölüm cezasını kaldırmış durumda. 30 ülke ise hukuk sisteminde ölüm cezasına yer vermesine karşın son 10 yıldır cezaları infaz etmiyor. Geriye kalan 68 ülkede ise idam cezası mevcut (ABD’de sadece bazı eyaletlerde kaldırıldı). İdam cezasını kaldırmış olan ülkelerin sayısı 1977’de yalnızca 16’ydı.

Türkiye ölüm cezasını 2002’de tamamen kaldırdı. Zaten 1984’den 2002’ye dek hiçbir ceza infaz edilmemişti. Adnan Menderes ve arkadaşlarının, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 18 yaşından küçük olduğu bilindiği halde asılan Erdal Eren’in idamları vicdanlarda kanamaya devam ederken, ölüm cezasını savunmaya devam eden siyaset ve kalem erbabının demokratlığı, özgürlükçülüğü, ancak “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen darbeci paşalarınki kadardır.
6 Temmuz 2007

Hiç yorum yok: