Mektup

Pek muhterem efendim hazretleri,

Ne zamandır size yazmayı, hatrınızı sual edip sizinle hasbıhal etmeyi arzu ediyordum. Gelin görün ki, malum vaka-yı meşum beni öyle müşkül vaziyetlere saldı, o duvardan bu duvara öyle hesapsiz kitapsız çaldı ki, sizinle iki satır muhavere etmeye ancak takat bulabildim. Eğer o kıymetli dakikalarınızı benim mızıldanmalarımla telef etmeyi istemezseniz (memleketin şu müşkül günlerinde eminim başınızı kaşıyacak vaktiniz yoktur) hizmetinizdeki nazırlardan birine buyuruverirsiniz ki şu iki satırıma nazar edip size gerekli malumatı dercetsinler.

Müsaadenizle rica ederim ki, el alışkanlığıyla mektubu hariciye nazırı efendimize uzatmayınız. Şu zavallı beynimin idrak etmesinin mümkün olmadığı bir sebeple, önceki namelerimi hep hariciye nazırına devretmişsiniz. Elbette vazifeşinas nazır hazretleri de makam-ı âlilerinin lüzumunu ifa edip alışkın oldukları beynelmilel muhabere kaidelerine de riayet ederek, mektubuma anlamadığım birtakım lisanlarda mukabele etmiş. Yüce efendim hazretleri, divanınızda da mukayyet olduğu içün elbette benden âlâ bilirsiniz, İstanbul'da tevellüd etmişim; rahmetli pederim Sivas'ta, onun büyük pederi de Van vilayetine kain Şirvan kazasında zuhur etmişler. Hatta benim büyük pederim, vakt-i zamanında, “Herkesin bir soy ismi olacak” buyrulduğunda vilayete gidip atalarının hatırasına Şirvanyan soy ismini alacak olmuş da, oradaki himmetli memur efendi “bu ne garip bir soy ismidir?” diye kızıp onu Garipoğlu namıyla kaydetmiş, dedemin “bari Garipyan yazsaydınız” diye şekvalanmasına da hiç kulak asmamış. Velhasılı kelam, Van, Şirvan, Sivas, İstanbul tekmil devlet-i âlimiz dahilinde olduğuna ve tabii inşallah ilelebet öyle kalacağına göre, sizden ricam beni harici bir unsurmuşum gibi telakki etmeyip, hariciye nazırı efendimizin Frenk lisanıyla yazılmış nameleriyle baş başa bırakmamanızdır.

Geleyim saded-i mektubuma. Pek muhterem efendim hazretleri, kullarınız arasında ayrılık gayrılık gütmeyi sevmediğiniz cümle âlemin malumudur. Bu sebeple, ta buyuk babam devrinde “Ey tebaa, her nev lakırdını bundan kelli lisan-ı Türkî'yle et!” diye de buyurulmuştur. Bizler, lisan-i maderzadı başka başka olanlar da hemen her derdimizi lisan-ı Turkî’yle dermeyan etmeye başlamışız. Gerçi kimi fesatçılar bu sefer de “geloorum, gidoorum” dememizle alay etmişler ama onlara kulak asmamışız. Zaten nesillerdir Türkçeyi o kadar güzel talim ettik ki veletlerimiz en has İstanbul ağzıyla konuşur oldu. Gerçi bu sefer de lisan-ı maderzatlarını büsbütün unutup okullarında bile onu kullanmaz oldular ya neyse.

Gaflete gelip lafı dolandırdığımın farkındayım. Bilirsiniz bendeniz kalabalıklar arasında kaybolmak, Uludağ’ın tepesinde karlar mayıs güneşini gördüler mi nasıl erirse oyle erimek isterim. Fark edilmeden usul usul yaşayıp gitmek benim için hayat memat meselesidir desem mübalağa etmiş sayılmam. Lakin yüce kanunlarımız da “karışın, kaynaşın, kaybolun” buyurduğu halde, merhametinize sığınarak itiraf etmeliyim ki işimiz hiç de kolay değil. Bizim sabilerin okuması icin açılmış okulların delik deşik bütçelerini denkleştirelim diye deveye hendek atlatan vakıflarımızı daha geçen gün “yabancı vakıf” saymışlar diye duydum. Okullarda coğrafya, tarih derslerini adı Hagop, Lusin olan oğretmenler veremiyor. Cemaat-i Ermeniyan içinde Türkçe gazete çıkaran o merhum sermuharrir öyle bir sıygaya alındı ki, aklıevvel birileri adamcağız daha yapacağı işlerin yarısını göremeden garibin canına kıydı. Efendim hazretleri, bu garip kulunuz her sabah gazeteleri “bakalım bugün Ermeniliğimi nasıl başıma kakacaklar” diye korkuyla okumaktan bitap düştü. Ben unutmaya çalışsam, havadan sudan, çiçekten bocekten, edebiyattan bahsetmek istesem de iki dakika huzur verip bunlarla meşgul olmama müsaade etmiyorlar. Son zamanlarda şaşkın torunlarımın ağzından düşmeyen bir kelam var; sordum, “Frenk lisanındadır” dedi dillerini eşekarısı sokasıcalar. Belki onu söylersem sözümün hükmü olur diye yazıyorum: Ben asimile olmak istiyorum efendi hazretleri, lütfen müsaade edin de gönül rahatlığıyla asimile olayım, sırtımdaki yumurta küfesinden kurtulup mutlu mesut yaşayayım.

Kulunuz Takvor Garipoğlu

30 Mart 2007

Hiç yorum yok: