Seçim ve AK Parti ve CH-MH-P ve bağımsızlar

Seçime iki gün kala, genel manzaraya dair kişisel notlar

27 Nisan muhtırasının üzerinden üç ay dahi geçmeden yapılacak bu seçimle ilgili ciddi bir beklentiye kapılmak şüphesiz hayalcilik. Türkiye demokrasisinin üzerindeki askeri vesayet kalkmadıkça, seçimler ‘siyaset oyunu’nun hepimizi oyalamaya yarayan oyuncakları olmaktan öteye gidebilir mi?

Siyaset oyununun sahnesi yıllardır giderek daralıyor. Kopenhag Kriterleri’ne ve AB müzakere sürecine bağlı olarak yapılan, pek çoğu kâğıt üzerinde kalan reformlar, IMF programlarına teslim edilmiş bir ekonomi, hoyrat bir liberal elin düzenlediği sosyal yaşam, iç ve dış hassasiyetlerin, kırmızı çizgilerin onulmaz dengelerine havale edilmiş demokrasi ve Kürt sorunu…

Seçim zamanı iktidar partisine belden aşağı vurmak için bu sorunların bir kısmını diline dolayan ama iktidara geldiğinde aynı reçeteleri uygulamaya devam eden, popülist, yalanlar üzerine kurulu bir muhalefet geleneği…

Lafı dolandırmaya gerek yok. Türkiye’yi siyasi bir krize sokan sorunların hiçbiri çözülmediği, hepsi sadece bir süreliğine rafa kaldırıldığı için, seçimlerin sihirli değnek misali bunca derde derman olması mümkün değil.

AK Parti

Kamuoyu yoklamaları, AK Parti’nin 2002 genel seçimlerindeki başarısını tekrarlayacağını, hatta o zamanki %34’lük oy oranını birkaç puanla aşma ihtimalinin bulunduğunu söylüyor. Diğer partilerin topyekûn saldırılarına rağmen elde edilecek bu başarı AK Partililer açısından büyük anlam taşıyacak.

Olası bir seçim başarısından sonra AK Parti’yi önce cumhurbaşkanlığı sınavı, ardından da daha geniş bir ‘sivilleşme’ sınavı bekliyor. Partinin bu sınavları kararlı adımlarla aşması, popülist davranmayıp milliyetçi-militarist cenahın diline meyletmemesi siyasal alanın normalleşmesi adına önemli bir kazanım olacaktır elbette.

AK Parti seçimden sonra da, yukarıda sözünü ettiğimiz, çalışanların, maaşıyla geçinenlerin haklarını göz ardı eden liberal uygulamalardan vazgeçecek gibi görünmüyor. Parti, makro ölçekte kapitalist sermayenin çıkarlarını savunan, ancak mikro ölçekte yerel yönetimlerin ‘yoksullara yardım’ uygulamalarına ağırlık vererek geniş halk kesimleriyle bağlarını sıcak tutan iki ayaklı bir strateji izlemeye devam edecek. Bu da, bu stratejinin defolarını görünür kılmada sol-sosyalist muhalefete önümüzdeki dönemde önemli bir görev düşeceği anlamına geliyor.

Başörtüsü yasağının kaldırılması için hiçbir adım atılmamasını, TCK’nın 301. maddesinin değiştirilmemesini, Hrant Dink cinayetini işleyen çetenin bir emniyet müdürü tarafından ‘arkadaş grubu’ olarak değerlendirilmesine seyirci kalınmasını, seçim kararının ilanından sonra Meclis’ten apar topar geçirilen ve polisin yetkilerini artıran yasayı, 1 Mayıs 2007 günü İstanbul’da yaşatılan resmi terörü vb. gelişmeleri göz önünde bulundurursak, AK Parti’nin bir hayli iddialı olduğu demokratik açılımlar konusunda zihninin aslında pek berrak olmadığını görürüz.

Madem yazının başında ‘kişisel notlar’ dedik, AK Parti’ye dair faslımızı kişisel bir sitem/şikâyetle kapatalım. 2005’teki ‘Ermeni Konferansı’nın konuşmacılarından biri olması hasebiyle 40 kadar akademisyenle birlikte, adalet bakanı Cemil Çiçek tarafından ‘hıyanet’ ve ‘vatanı arkadan hançerlemek’le suçlanan –ve bu ilk akademik sunumuyla internette dolaşan vatan haini listelerine hızlı bir giriş yapma ‘başarı’sını kazanarak daimi bir huzursuzlukla yaşamaya mahkûm edilen– bu satırların yazarı, Çiçek gibi ‘vatansever-ölçer’leri tasfiye etmemiş bir AK Parti’nin demokratlığına daima şüpheyle yaklaşacaktır.

CH-MH-P

Deniz Baykal liderliğindeki CHP, AK Parti’yle mücadele yolu olarak benimsediği kutuplaşma stratejisinden nemalanmak için gösterdiği onca çabaya karşın oylarını artıramıyor.

Deniz Baykal bu uğurda vatan haini umacılar yaratarak sürekli ayrımcılık ve düşmanlık ekti. Kâh sokakta hak arayanları linç etmeye soyunan milliyetçiliği yüceltti, kâh gayrimüslim vakıflarıyla ilgili reformları köstekledi, kâh darbecileri göreve çağıran davulları çaldı, büyük bir iştahla.

CHP bu yolla siyasi aczini, halkın büyük bir kesiminin sorunlarından kopuk olduğunu gizlemeye, böylece AK Parti’ye karşı güç kazanmaya çalıştı, ancak gelinen noktada bu strateji en çok ırkçılığın, ayrımcılığın, şiddetin ve militarizmin kökleşmesine, siyasetin merkezine taşınmasına yol açtı.

CHP’nin büyük bir gayretle genişlettiği bu karanlık kulvardan, şimdi oranın asıl sahibi MHP geçecek, elini kolunu sallayarak. 1999 seçimlerinde %18, 2002 seçimlerinde ise % 8 oranında oy alan MHP’nin, Pazar akşamı %20’lere dayandığını göreceğiz belki de.

1999 seçimlerinde DSP ve CHP’nin oy oranlarının toplamı %31’di. 22 Temmuz’da CHP’nin bu oranın altında oy alması, fiilen siyasi ömrünü noktaladığı anlamına gelebilir. CHP çizgisine bağlı olan kentli orta ve üst sınıfların bu durum karşısında izleyeceği yol, Türkiye’nin geleceği açısından hayati bir önemi haiz olacaktır.

Bağımsızlar

1 Haziran 2007 tarihli Agos’ta, bağımsız adayların, adaletsiz seçim barajı uygulamasını aşma yolunda önemli bir adım olabileceğini, Meclis’te temsil edilmesi yıllardır engellenen Kürt hareketinin demokrat sol çevrelerle bir araya gelmesinin Meclis’te oluşturulacak muhalif bir grubun rejime yönelteceği eleştirilerle birlikte önemli bir çekim merkezi oluşturabileceğini savunmuştuk.

Burada bizce önemli olan, özgürlükçülerin, sosyalistlerin, ezilenlerin temsilcilerinin Meclis’e ‘gönderilmesinden’ çok, sıkışan siyasette yeni bir muhalefeti örgütleyecek bir ilişkiler ağı, seçim sonrasını da gözeten ortak bir siyasal alan açma çabasıydı.

Daha adayların belirlenme aşamasında bağımsız adaylar projesinin kitlesel tabanını oluşturan DTP ile bir kopukluk yaşanması, Baskın Oran’ın seçilme şansını bir hayli zora soktu. 1. Bölge adayı Ufuk Uras’ın adaylığının, partisi ÖDP’de bazı kırılmalar yaratmış olması da bir diğer ciddi sorundu.

Neticede, bağımsız adayların seçimlerde kazanacağı başarının Meclis’te yıllarca temsil edilmeyen Kürtler açısından anlamlı olduğunu, ancak sol-sosyalist çevrelerin bu süreçte pek de olumlu bir sınav veremediğini teslim etmek gerek. Mücadeleyi ve tabanda örgütlenmeyi değil, bireyleri ve İstanbul’da 65 bin oy alıp seçilmeyi merkeze oturtan bir strateji, olası bir sandık başarısızlığı halinde elde avuçta hiçbir şey kalmamasına yol açabilir.

Gerek Baskın Oran’ın, gerek Ufuk Uras’ın kampanyalarında haftalardır pek çok gönüllü büyük bir emek harcıyor. Bu emeği görmezden gelmek ve sahiplerine saygı duymamak mümkün değil. Bütün olumsuzluklara karşın, bu muhalif duruşa saygı nişanesi olarak, bir tür sivil itaatsizlik ruhuyla bağımsız adayları destekleyecek ve oyumu Samatya’da Baskın Oran için kullanacağım.
20 Temmuz 2007

Hiç yorum yok: