Görünen o ki, Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağını, kendini hangi temeller üzerinde var edeceğini belirleyecek öneme sahip bütün bu meselelerde kamuoyunun algısı hep, bizden olanlar / olmayanlar ayrımı etrafında şekilleniyor. Vatanı sevenler / sevmeyenler, milliyetçiler / kökü dışarıda olanlar, Türkler / Türklüğe düşman olanlar, ordudan yana olanlar / ordu karşıtı olanlar, devletini sevenler / devlete düşman olanlar…
Dünyaya bakışın, olayları algılayışın düzeyi ve belirleyeni bu oldukça, herhangi bir sağlıklı sonuca varabilmek mümkün değil elbette. Dahası, emniyet birimlerinde çalışanlar veya yargı koltuğunda oturanlar oralara uzaydan ışınlanmadıkları, bu toplumun değerleri, travmaları, zihinsel tembelliği vs. ile yoğrulduklarına göre, kanun dışına taşan fiillerin cezalandırılması işi de ancak bizimkiler / ötekiler gözlüğünden bakılarak yapılabiliyor.
Katil zanlısıyla kahramanlık posterleri çektiren polisler, o polisler hakkında soruşturma açılmasına gerek görmeyen müfettiş, “Cinayeti planlayanlar terör örgütü değil arkadaş grubu” diyen emniyet müdürü, mahkeme kapısında Dink ailesine ve avukatlarına “Hepinizde Ermeni pasaportu var, defolun gidin” diyen avukat, hepsi ama hepsi, gerçeklikle bağlarını kopartan bu zihin çarpılmasının etkisinde.
Bu çarpılma, olaylara bakanın gözünde katilin katillikten sıyrılıp kahramanlaşması, zalim, kıyıcı olduğu için yüceltilmesi, maktulün maktullükten sıyrılıp düşmanlaşması, mazlum ve kurban olduğu için şeytanlaştırılması sonucunu doğuruyor.
Bu durumun, Türkiye toplumu için hiç de aydınlık bir geleceğin habercisi olmadığını söylemeye gerek var mı?
6 Temmuz 2007
6 Temmuz 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder